Senden gideli, doğrusu beni unutup“sen terk edeli beri” soluksuzum, umutsuzum ve çok mutsuzum Simay’ım…
    İstanbul Kadıköy’deyim yalnızım ve yağmur altında sırılsıklam ve ellerim üşüyor, gözlerime hüzün çöküyor Simay…
    Böyle olmamalıydı siyah gülüm, ak gülüm, benim ömrüm, gönül sözlüm böyle olmamalıydı…
    Yarınlar ve ben öksüz kimliğimle büyürken, bir yandan eksiliyor, bir yandan küçülüyor dahası her gün biraz daha eskiyorum sonra bohem ömrümün çoğul türküleri İstanbul’un sokaklarında yankılanıyor ve ben kâğıt, sen kalem oluyorsun, yazmıyor, çiziyorsun Simay…
    Çarşamba’yı değil, İstanbul’u sel almış. Sen başka bir yârin kolunda kalmış, beni yakmış, seni yakmış ve dahası aşkımızı yok saymışsın.
    Türküler başımda har ve sen bir küle üflüyor, bir türlü görmüyor, sana öldüğümü bilmiyorsun Simay…
    Bugün İstanbul uzun hava türküler kadar ağır yaralıyken ve bugün İstanbul garip gönlümün eşkıyası olmuşken sonra sen görmemiş, aramamış, bir kere sormamışken, ben yaşamışım ölmüşüm ne önemi var Simay?
    Sessiz, sedasız ve ekmek parasız buralarda bir başımayım.
    Daha korkuncu olamazdı cigarasız sende yanmaktayım…
    Dumanım, tek kalanım, yaralı, perişan, senle yaşamaktayım ama sen yoksun ama sen anlamayanım, içimdeki tek gerçek Simay’ım sonra ölümüne sende kalanım, beni anlamadın ya ona yananım…