SİYASET hareketlendi. 'Hareketlendi' demek tam karşılığı değil aslında, yaşanılanların. Hıza yetişemez olduk. Birbiri ardına aday adaylı açıklamaları baş döndürdü. Hafta sonuna kadar devam edecek olan bu hız, önümüzdeki hafta biraz daha normale dönecek. Konular biraz daha planlı, programlı takip edilebilecek.
Yazıya siyaset arenası ile giriş yaptım ama niyetim bu değil. Siyaseti siyasetçilere bırakıp, Yozgat'ı konuşmaktan yanayım. Bahçeli, avlulu evlerden. Bu evlerin avlusundan yola sarkan ağaçlardaki kirazlardan, kaysılardan, elmalardan, armutlardan, bademlerden, ayvalardan. Yoldan geçenlerin potaya topu bırakmak için yaptığı hamle gibi, meyveyi yakalama telaşından. Çatal kapı önünde biliren analardan, ninilerden, bacılardan. Onların 'yavrum, evladım ağıcın gözünü niye koparıyorsun, gel içeriye çık dala indir!' deyişlerinden. Bahsetmek isterdim. Ama bunların varlığını hatırlayanların sayısının bir elin parmağını geçemeyecek kadar azaldığı kanaatindeyim. Yazarsam anlayan, hatırlayan olur mu? endişesindeyim.
Endişem, 'kimin anlayıp, kimin anlamadığı' da değil. Hani ağıcın bir dalını tutup sallarsınızda, diğerleri de sallanıp, meyvelerini yere bırakır ya. İşte öyle bir şeylerin yaşanmasına vesile olmak isterim ama isteyemem. Diyorum ki, 'şurada badem ağaçları vardı, meyve almak varken neden kestiniz?' Diyorlar ki, 'bu şehrin gelişmesine niye karşısın!' Şehri geliştirmek adına birbiri ardına dikilen yüksek boton binalar arasında 'mutluluk' arayan, suratlar, kavga etme hazır pozisyonunda. Ama bilmiyorlar ki; o kesip, yok ettikleri ağaçların gölgesinde çocuklar kadar büyükler de mutluydu. O mutlulukla yaşayan insanların ömrü de uzundu.
Bilmem farkındamısınız. Yozgat'ta yaşayanların ömrü 60'ından sonra yok gibi. Halbuki, bugün 60'ına geldiğinde vefat edenlerin ataları 70-90 yaşına kadar hayatını yaşamaya devam ediyordu. Modernleşme adına atılan yanlış adımlar. Daha doğrusu, atılan adımların atılmadan önce hesap edilmemesinin faturasını hepimiz ödüyoruz. Farkında değiliz. Bademlerin, ceviz ağaçlarının, dutların, şehrin doğal kokusu olan iğdelerin kesilip, yerine yüksek binalar dikmek yerine, onları koruyup, başka alanları yerleşim alanı olarak değerlendirebilseydik, bugün yaşadıklarımızı yaşamazdık/yaşamayacaktık.
Yozgat'ta kendinizi suyun akışına, rüzgarın yönüne bırakıp, sorgulamadan 'gökten ne yağarsa kabulümdür' anlayışı ile hareket ettiğinizde, gerilmezsiniz. Gerilmezseniz, yaşlanmazsınız. Vurdum duymaz tavrınızın bedelini, kanser olarak, kalp ve damar rahatsızlığı ile ödersiniz. Bugüne kadar o kadar çok tanıdık var ki; ömrünün baharında kanserden, kalp-damar rahatsızlığından dolayı Sarıtopraklığa, Taşocağına, Çatak Mezarlığına defnettiğimiz. Demem o ki; strese girmeyelim. Ama vurdum duymaz bir tavır ile nemalazımcılık ile değil. Sorgulayarak, sorunun üzerine giderek, çözersek, stres yaşamayız, ömrümüz de uzun olur...