YAĞMURUN otobüs camlarında çıkardığı şıkırtıyla, uykunun rehavetinden sıyrılıp dışarı baktığımda, ilk gördüğüm; " Yozgat 20 km" tabelası oldu. Bozok Ovasında doğanın bütün güzelliğiyle bayram ettiği tarlaların arasından sıyrılıp otogara vardığımda, ben hariç gün çoktan aymıştı. Elimde valizim birden dedemin sıkı sıkı ellerimden tuttuğu, çocukluğumun otogarında bulduğumu sandım. Beline kadar su gibi inen on belik saçları, çilli yüzünde yemyeşil ışıldayan gözleriyle kaybettiğimi sandığım haşarı kızı.
Bir sesle ansızın irkildim!
-Taksi lazım mı?
-Hayır, saat kulesini soracaktım
-Otogardan çıkın, sola dönün ve dümdüz devam edin, sizi ilk karşılayacak olan saat kulesidir abla
Abdal ıslatan yağmur temizliyor kaldırımları, okullarına gitmeye çalışan talebeler ve benim yanımda yürüyen Karabaş köpeğin ayak izleri..Sağlı sollu bir kaç arabanın park ettiği şirin bir cadde, herkes telaşsız arada “Hoş Geldin” der gibi gözlerime bakan Karabaş yanından ayrılıp çocuklarla dalıyor okulun bahçesine. Esnafın yeni açmaya çalıştığı dükkanların arasından yürüyorum Saat Kulesinin olduğu meydana…
Sağımda Yozgat belediyesinin kültürel faaliyetlerini yürüttüğü çadırların kurulu olduğu meydan birden gülen yüzüyle karşımda beliriyor.. Beni karşılayan Ahmet Sargın bey ile birlikte varıyoruz Şair Yazar ve Ozanların toplanma yeri olan Fatih Sofrasına. Yüzünde sıcak bir tebessüm kapısında karşılıyor mekân sahibi hanım. Küçük ama şirin hoş bir mekân, benden önce teşrif etmiş bir kaç şair bey ve sanaldan birbirimizi takip ettiğimiz, gerçekte ilk 'defa karşılaştığımız Leyla Gül VAROĞLU hanım, sıcak bir tanışmanın ardından kırk yıllık dost gibi ısınıyoruz birbirimize.
Burnumda tütsülenen o tanıdık koku, bakır bir sahanda geliyor önüme. Ninemin pişirdiği kelle paça çorbasını önüme koyarken öğlene madımak pişireceğim diye ekliyor, sanırım içimde ki haşarı kızın bayramı bugün. Çay faslına geçtiğimizde Yozgat Vali yardımcısı Şükrü Çakır Bey katılıyor sohbetimize; kendisine şiiri sevdiren Süreyya KAYA hanımdan bahsediyor, tanıdığımı söylediğimde selâmlarını emanet ediyor ulaştırmam için kendilerine.
Bir kez daha teyit ediyorum ki şiirin efsunlu melek kanatları var.
Mekân çalışanlarıyla bir kaç özçekim yapıp yöneliyoruz yürüme mesafesinde olan tarihi Hayri İnal Konağına doğru. Doğallığını henüz kaybetmemiş dükkânların arasından geçerken selâmlıyor bizi Büyük Çapanoğlu Cami, güneye bakan avlusunda Çapanoğlu Ailesi ve eşrafından öte âlemde ki dirilişi bekleyen bir kaç kabir, ruhlarına fatiha okuyarak geçiyoruz yanlarından.
Yine içimdeki haylaz kız madımak domates, biber, kabak ve patlıcan fidelerinin satıldığı pazarın ortasında koşuşuyor kendince, horoz şekeri arayan ellerinden tutup ilerliyoruz şirin pazarında.
Güzel insanları özünü kaybetmemiş doğal şiveleriyle sesleniyor yanlarından gelip geçene,"abi,abla,girmizi,girmizi" diyen seslerinin arasından geçip yöneliyoruz emniyet caddesinden bizi bekleyen konağa doğru.
Konağın bahçesinin yerler taş döşeli kenarlarında açmış bembeyaz kartopu çiçekleri karşılıyor bizi; kırmızı güllerin rayihası gösteriyor konağın kapısını, geçip basamaklarından bir solukta taş çerçeveli yuvarlak kemerli ahşap iki kanatlı kapısından ulaşıyoruz egzotik sundurmasına. Konak çalışanlarının güler yüzleriyle karşılanıp soldaki ilk odaya buyur edilerek, konak hakkında bilgilendiriliyoruz.
Tarihi konaktan okullarda okur- yazar buluşması için ayrılırken konağın mutfak bölümündeki ocak başında ninesinin pişirdiği kolaçları yerken buluyorum haylaz kızı, inatlaşıyor benimle gelmemek için. Saat bir hayli ilerlediği için dilimden dökülen birkaç satırla hızlı bir şekilde arşınlıyoruz kaldırımları.
Seyyah mıyım ne?.
Bütün yolculuklar umutla başlar
    Girizgâhı meçhul asûde yaşlar
    Bilmem ne anlatır bu asfalt taşlar
    Gülşeni ahûzar dergah mıyım ben
    Erbab-ı âlemde seyyah mıyım ben.