AYRILMAYA mecbur olduğunu, bizleri çok sevdiğini, bizlerden helallik istiyor. Orada mutluymuş. “Beni götürmek için sakın kimseyi gönderme, ola ki mecbur kalırda geri dönersem kendimi iple asarım.” diyormuş.
Ben de hakkımı helal etmiştim.
Çünkü, sonradan engelli… olduğum için ihtiyaçlarını karşılamaya gücüm yetmedi. Onun istediği gibi bir gün gösteremedim.
Ama her şeye rağmen bunun sonucu ayrılık olmamalıydı. Çünkü bir oğlumuz vardı.
Sevmek fedakarlık değil miydi?
Her neyse, orada mutluymuş.
Üç günde bu karara varmıştı. Ben, kendime kızıyorum, anneme kızıyorum, çevreme kızıyorum ...
Herkes, neme lazım, dedi.
Onun ailesi de; “Orada bekleme, kocan sakat, gençliğin boşa gidiyor...”  diyerek sonunda istediklerini elde ettiler. Hayallerimizi, ümitlerimizi elbirliğiyle yıktılar...
Kafama, yorganı çekip hep yatıyordum. Arada sırada, ayrıldığımızı duyanlar bize gelip: “Geçmiş olsun, üzülme. Başka biriyle kaçıp gitse daha zor olurdu.” diyerek.
Bana sabretmemi tavsiye   ediyorlardı. Arada sırada dışarı çıkmamı, hava almamı, istersem gezmeye götüreceklerini söylüyorlardı.
Ben yatmak istediğimi söylüyordum.
Oğlumda okuldan geliyor, derslerini yapıyoruz, birlikte yatıp uyuyoruz.
Tamamen yaşayan bir ölü gibi gibiydim.
Günlerce, haftalarca, böyle devam etti.
Ta ki, bir tanıdık dostumuz: “O da insan evlat. Bu can, bu beden Allah’ın bîr   emanetidir. Yatarak gününü geçiremezsin.Evet, bu yatak peygamber… yatağı, her insan bu yatağa düşmez, yatağın kıymetini bil, bil ama yatarak değil.” diyerek beni, bana hatırlatmıştı.
Evet, güçlü  olmam gerekiyordu.
Çünkü, bir oğlum var...
Kimi insanlar bir oğul için, servetini  harcıyor da bulamıyor.
Evet, onun için yataktan kalkıp, hayat mücadelesine kaldığım yerden devam etmem lazım, 'diyerek çorap makinenin başına geçip çalışmaya başladım.
Evdeki sessizlik, kulağımdaki uğultular, evin neresine baksam onu görüyorum...Annem kadınlarla, -gelin- dedikodusu yapıyor.
Oğlum okulda. Gece yarısı oğlumun korktuğu gibi, ben de gündüz gözüne evimizden korkuyorum.
Bu iş bu şekilde yürümez diyerek annemin içeri gelmesini bekledim. Ne yapabilirim, ne edebilirim diye düşünürken, annem de geldi.
Onu karşıma alıp konuştum.
Bu ev giden hanımı sıktığı gibi beni de sıkıyordu,  elim tutup çalışamıyorum.
                        Annem ne yapabileceğimizi sordu.
Ben de düşündüğüm şeyi söyledim: “Evin önündeki bakkal olarak çalıştığımız yeri ev haline getirelim, 2-3 somya, bir kaç kap - kacak alıp biz orada yaşayalım. Burada ki hayallerimi ve fazla kalan eşyalarımızı bırakıp tek odalı yere geçelim. Kardeşimde, kirada oturuyor. Gelin, bu evde siz oturun, hem de birbirimize yakın oluruz.” diye annemle karar verdik. 
Annemle aldığımız kararı kardeşim ve eşine anlattık. Önceleri olmaz falan dediler ama sonunda kabul ettiler. 
Senelerce yatakta yattım, aç kaldım, susuz kaldım. Hiç zoruma gitmemişti. Sakatlığım bile aklıma gelmiyordu. Kendi ellerimle yuvamı dağıttım. Hanım gidince daha bir boşluk vardı içimde.
Ne düşündümse oğlum ve onun için yapmıştım. Ama o… anlamamıştı, anlatamamıştım. Ama o gitmişti, yapabilecek bir şey yoktu. Boğazıma düğümlenen bu düğüm çözülmüyordu. Oğlum yanıma geliyor: “Baba ben şimdi kime anne… diyeceğim?” diye, sık sık soruyordu. “Artık ben sana hem anne hem baba olacağım.”  diyordum.
O da bana gülerek: “Babadan anne olur mu? ” diyerek kahkahalar atıyor, onun kahkahasına ben de katılıyor birlikte gülüyorduk. Tek odalık evimizi, hem yatak odası, hem oturma odası, atölye olarak kullanıyoruz. Çorap örme işiyle uğraşıyorum, mutlu olmanın yollarını arıyorum.
Namaz… kılmak istiyorum, özürlü durumdaydım. Nasıl namaz kılabilirim diyerek gördüklerime, tanıdıklarıma soruyorum, her birinin verdiği fetvalarla kafam karışmıştı.
Diğer taraftan ömür bitiyor.
Bana söylenen fetvaları bir tarafa bırakıp, Allah rızası için abdest alıp namaz kılmaya başladım, Hamd olsun ne güzelmiş, kendimi daha huzurlu hissediyorum.
Sorunlar sanki kendiliğinden çözülüyor. Kendi kendime kahrediyorum, neden daha önce başlamadım, diye. Olsun, zararın neresinden dönersen kardır. Ben de bir yerden başladım namaz kılmaya, devam ediyoruz.
Çoraptan kazandığımız parayla, Oğlumun çok istediği televizyonumuzu aldık.
Malulen emekli olabilmem için askerliği emekliliğe saydırdım. İki sene eksik çıktı, onu da isteğe bağlı olarak aydan aya yatırıp S.S.K. emeklisi olarak emekli oldum. Emekli olup, sağlık karnelerini de alınca Oğlum: “Baba, artık sırtımızı devlete… yasladık.” diye sevincini belirtiyordu. Emeklilikten aldığım ve birazda biriktirdiğim parayla, hacı murat, dedikleri arabadan aldım. Oğlum çok seviniyor. Onun sevinci beni de mutlu ediyordu. Ne kadar da ihtiyacımız varmış mutluluğa.
İşlerimiz yolunda gidiyordu. Hanıma’ haber gönderdim. Henüz resmi olarak ayrılmamıştık. Eğer isterse, gidip arabayla getiririz, hamd olsun maaşımda var dedik. Kabul etmediği haberini aldım. Ben yapacaklarımı yapmıştım, kendi bilir diyerek o defteri tekrar kapattım.
    Selam ve dualarımla.