KOÇHİSAR'dan Ankara ya oradan da Yozgat’ a Köyüne Canan’ına…Anılarına kavuşmak için yola çıktı.
Köyünden çıkarken zorlanıyor naçardan gidiyordu. Bu sefer öyle değildi.
Bir küçük çocuk gibi kıpır kıpır yerinde duramıyor , bir güvercin gibi hafiflemiş Sanki uçuyordu.
Aradan fazla bir zaman da geçmemişti ama… Halim Tuzlu Pınar’ına Köyüne dönmesinden çok mutluydu.
Uzun olan ama yorucu olmayan yolculuktan sonra Yozgat’a gelerek biraz gezindi.
Köye giden otobüsün yanına geldi.
Bir kaç kişi köylüsüyle karşılaştı, aralarında Hafızda… vardı.
Salı pazarından alış veriş yapmış.
Hazırladığı paketleri Köydeki anasına babasına götürecekti.
Halimle… uzun zamandır görüşmemenin hasretini görüştükleri o anda kucaklaşarak gideriyorlardı.
Hafız:
-Köyü çok özlemişsindir biliyorum. Ya gardaş… Bize gidelim. Bugün misafirim ol kısmet olursa yarın dönersin köye, dedi ve devamında;
-Bu akşam nöbetim yok. Birlikte oturup dertleşir konuşuruz. Çoktan beri dertleşecek birini arıyordum. Hanım da bize bir çay demler. Biz de kazına, kazına konuşur dertleşiriz. Hanım çokta güzel çörek yapar ha... Çayın yanında da ııım mis gibi… iyi gider, diyerek.
Halimin ağzını sulandırarak kalması için onu razı ediyordu.
Halim bu kadar istek ve ilgiden memnunluğunu durgun bir ses tonuyla:
-Hayırlısı… demesi üzerine.
Köye anasına yani baba ocağına göndermek için pazardan aldıklarını otobüsçüye teslim ettiler daha sonra.
Halimin bir valiz yükünü de ellerine alarak.
Beş on dakikalık yolu yürüyerek eski pazara Hafızın kirada oturduğu eve geldiler.
Hanımına:
Misafirimiz var… Köylüm… Gardaşım, dostum diyerek.
Hanımına Halim’i… Öve öve bitiremiyordu.
Misafir olduğu Hafızın evinde yemek yediler. Yapılan o güzel hoş kokulu çörekle… demlenen çayla da… Yudum yudum içerek.
Sohbet ederek muhabbetle dostluklarını demliyorlardı.
Hafızın beşikte yatan birde küçük kız çocukları vardı. Yan odadan gelen çocuk sesiyle tanıştılar. Hanımı çocuğunu emzirdikten sonra yanlarına getirerek Hafızın kucağına verdi.
Oda bebeğini severek:
-Bak… Halim amcası!... Buda bizim evin Gülü. Evliliğimizin meyvesi dedi.
Halim bu yuvaya ve meyvesinin verdiği mutluluktan çok etkilendi.
Evlilik ve sıcak Sevgi dolu bir yuva özlemini onlara belli etmeden:
-Adını ne koydunuz?... dedi.
Hafızın hanımı hemen lafa girerek:
-Canan!… dedi.
Halimin sanki yüreğine bir kurşun atmış gibi canı yandı!…
Yüreği burkuldu sızlandı. Sevgi dolu sıcacık evde, sıcacık çayla zemheri ayazında kalmış gibi tir tir titriyordu..
Hafızın hanımı:
-Halim abi… Hava soğuk değil ya, sen üşümüş gibi titri yosun?.. dedi.
Hafız:
-Merak edilecek bir şey yok hanım. Halimin neye titrediğini ben anlatayım!… dedi.
Halim daha Canan ismiyle ve yüreğine saplanan Sevda hançer acısıyla uğraşıyordu.
Hafız sözlerini sürdürerek:
-Gardaş… senin Canana olan bu Sevgin Sevdan beni çok etkilemişti. Kısmet olurda evlenirsem eğer bir de çocuğumuz olursa… Oğlan olursa. Halim. Kız olursa adını Canan… koyacaktım. Çünkü… Günümüzde böyle Sevgiler, böyle Sevdalar kalmadı. Hiç olmazsa sizin bu Sevgi Sevdanıza saygımız olsun dedim. Onun için ilk çocuğumuz kız oldu. Onunda adını. Senin uğrunda… Yanıp için için eriyip gittiğin Cananın!… İsmini verdik, dedi.
Halim şoktaydı… Sıcacık çayla Sevgi saygı dolu havada halen donuyormuş gibi tir tir titremeye devam ediyordu.
Birlikte yenilen yemek. Mis kokulu kekle içilen çay Sevgi dolu sohbet.
Canan ismiyle yaralanan yürek acıları sonunda uykuyla buluştu.
İstirahatla geçen gece. Sabahın Cami minaresinden gelen. Ezan sesleriyle bölündü.
Sabah Namazı sıkı bir kahvaltı derken.
O Sevgi dolu dostluğa misafirliğe teşekkür edilerek.
Rablerine de hamdlarını sunarak.
Hafız işine. Halimde Köyüne gitmek için ayrıldılar.
Halim fırından taze somun ekmekler aldı Yozgat’ın meşhur Parmak çöreğini’de unutmuyordu.
Köyde komşularına sunmak için değişik hediyeler ve küçük Mustafaya’da kalem defter birde aşk öykülerini anlatan kitap alarak:
-O yazar olsun da. Sevgileri sevdaları yanık yüreklerin öykülerini bir bir yazsın, diye.
Söylene söylene Köy otobüsüne binerek.
Köyüne geldi.
Selam ve dua’larımla...