Yazdan kalma gecede, karanlığa düşmüştü gözlerimiz ve yarasaların kanat seslerinde yıldızları sevmiştik…
    Battaniyeyi titreyen gövdemize siper etmiş, nefesimizi yün kazak sayıp giymiştik... Aslında çok üşüyorduk ama gece güne doğmasın istiyorduk. Çünkü, nefesimiz sevişiyor, gözlerimiz öpüşüyordu…
    Yağmur çiseliyordu, ellerimiz belimizde dans ediyor, sıcak bir çikolatanın özleminde buluşuyordu dudaklarımız…
    Yar sinesi üşümüş, yar yardan içeri düşmüş, sevmeyi bölüşmüştü.
Aşkı öğretmişti… Dün gece yağmur yağmış, yazdan kalma soğuk ama o sımsıcak geceyi çalmıştı Gamze ve Gamzeli…
    Caddeler başıboş, sokaklar birkaç köpek ve kediyle çok öksüzdü.
    Çöp bidonlarından ara ara  çan  çan sesler geceyi ortadan ikiye bölüyordu. Anlamlı bakan coğrafyanın tam ortasındaki çukura, bir buse konuyordu sımsıcak…
    Nefeslerin ışık hızıyla doldurduğu zaman, alev alev yanıyordu iki masum bedende…  Sonra, yün kazaklar ve battaniye fazla geliyordu…
    Bir mevsimi daha soyunuyorduk, üşüyorduk… 
    Adını bilemediğimiz, yokuşunu hiç çıkmadığımız, inmediğimiz bir mevsimi soyuyorduk körpe benliğimizden…
    Kozasına sığmayan iki tırtıldık belki ve birazdan doğacağımız dünyayı tanımıyorduk. Belki yirmi dört saatlik ömrümüz bile yoktu…
    “Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
    Nasıl korku verir sessizlik insana;
    İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
    Nasıl koşar aynalara,
    Bir cana hasret,
    Bilmezler…” 
    Orhan Veli “Yalnızlık” şiirinde aslında bizi ne güzel anlatmıştı.
    Belki de yalnız kalmaktan korkuyorduk. Yoksa bin kere kırardık kabuklarımızı ve bin kere soyardık karanlıklarda kandillere asılı kalan arzularımızı…
    İkinin, ikiyle çarpımında gizli kalan milyonlarca sözcüğü ve iki kere ikinin, dört etmesinde gizli kalan milyarlarca anlamın, aslında eşittir dendiğinde karşımıza çıkan dördün içinde saklı olduğunu, bir gece yarısı öğrenecektik… Düşünecektik…
    Ve yine aritmetikten sınıfta kalacaktık…
    Aşkta kaldığımız gibi…
    Biz soyunmaya devam edip duralım, hayat bizden soyunmadan önce ve ne kadar soyarsak o kadar iyi deyip, ha babam erteleyelim, saklayalım bütün mevsimleri…
    Yalancıyız, kandıran, hep yalanı andıranız. Ne kadar gizlesekte ve ne kadar maskelesekte yüzümüzü…
    Eşittir sıfırız…
    Ne ikinin kendi ile çarpımı olabildik, ne de sonuç dördü verebildik…
    Hep sıfır…
    Yalnızlık…
    Ve nihayet biz aşkta sınıfta kaldık Gamzem…
    Biliyorum sustun kaldın işte…
    Sıfır başarısız bir elamandı zaten ve o hiç yoktu.
    Üzülme, yinede senin yanına geldiğinde bir anlam ifade eder…
    Sen “bir” ol yeter…
    Bir olalım yeter…
    Gamzelin; duyguların başkentinden, Akdeniz’in incisi Gamze’ye;
    “yağmur çiseliyor, gün doğdu, uyan Gamzem…
    “Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
    Nasıl korku verir sessizlik insana;
    İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
    Nasıl koşar aynalara,
    Bir cana hasret,
    Bilmezler…” 
    Sevgiyle…