Bakışların “hayatıma seni dâhil edemem” derken çaresizlik duygusunu hissettiğim halde yüzümde aptal bir gülümseme olması bilmiyorum sana ne kadar inandırıcı geldi. Umursamayan sen miydin yoksa ben mi? Hangimize yakışırdı umursanmamak daha çok? Ya hangimiz daha güzel giydirmiştik üzerimize “seni takmıyorum” tavırlarını?
Sendin o, ben yalan konuşamazdım içimde fırtınalar koparken sessiz sakin oturamazdım bir köşede. Sen belirsiz olmayı tercih ettin, acı verdiğinin bilincinde ya da hiç farkında olmadan. Önemi de yoktu aslında niyetini öğrenmemin. Öğrensem ne olacaktı, canım daha mı az acıyacaktı o zaman? Kendimi avutayım desem; hangi mantık kabul edebilirdi “ben ona biraz acı çektireyim daha sonra şöyle geçerken bir uğrarım hayatına” fikrini.
Ismarlama değildi ki benim sevgim. Hiç beklemediğim bir anda hiç beklemediğim bir kişiye ve hiç hazır değilken bu duyguya kaptırdım gittim kendimi. Bilmiyordum kendi ellerimle omuzlarıma hiçbir zaman kurtulamayacağım ağır bir yük yüklediğimi. Bilseydim koşar adımlarla uzaklaşırdım seni gördüğüm ilk gün, olduğun yerden. Şimdiki gibi gitmekle kalmak arasında kararsız kalmazdım.
İleriye her adım attığımda sanki bir rüzgâr esti ve ben kendimi tekrar geride buldum. Olmadı sevdiğim,  seni görmeden sadece hayalinle yetinmeyi göze alamadım. Yüreğimde bir boşluk vardı ve adına ….  dedim. Elimden bir şey gelmedi ağladım…