BİR söz...Söz konusu vatan olursa... Boş bir söz değil... Bir hakikat... Söz konusu vatan olunca çoluğu çocuğu, kadını erkeği, genci ve yaşlısı ile cepheye koşmuş gücü yetmediği yerde cephenin gerisinde kalarak üzerine düşeni yapmıştır. Aşağıda okuyacağınız gerçek, aşanmış, bizzat vakayı yaşayan tarafından anlatılmış bir hikayedir. Daha fazla uzatmadan buyrun okuyalım.
***
Azman Dede Balıkesir`de son gömdüğümüz Çanakkale gazisi İvrindi'nin Mallıcaköyünden 104 yaşında idi. Gençliğinde iki metreyi aşkın boyu, dev görünümüyle insan azmanı sayılmış herkes ona azman demeye başlamış, soyadı kanunu çıkınca da Azman soyadını almıştı.
Esas ismi adeta unutulmuştu.Yıllar önce bir yerel araştırma sırasında Mallıca köyü kahvesinde kendisiyle görüştüm. Kulakları ağır işitiyordu. Köylülerden biri yardımcı oldu. Benim sorduklarımı kulağına bağıra bağıra söyledi. Sorduklarımı cevapladı. Söz Çanakkale`ye geldiğinde o koca ihtiyar sarsıla sarsıla, hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı. Kendi zor duyduğu için kan çanağına dönen gözleriyle bize de duyurmak için bağıra bağıra anlatmaya başladı:
-Bir hücum sırasında bölük erimişti. Yüzbaşı telefonla takviye istedi. Gece yarısı siperleri takviye için istediğimiz askerler geldi. Hepsi askere alınmış gencecik insanlardı. Ama içlerinde daha çocuk denecek yaşta üç-dört asker vardı ki hemen dikkatimizi çekti. Bölüğü düzene soktum.
Yüzbaşı gelenlerle tek tek ilgileniyor, karanlıkta el yordamıyla üstlerini başlarını düzeltiyor, sabah yapılacak olan süngü hücumuna hazırlıyordu. Sıra o çocuklara geldiğinde, o cıvıl cıvıl şarkı söylerek gelen çocuklar birden çakı gibi oldular. Yüzbaşı sordu; "Yavrum siz kimsiniz?", içlerinden biri; "Galatasaray Mektebi Sultanisi talebeleriyiz Vatan için ölmeye geldik!.." diye cevap verdi. Gönlüm akıverdi o çocuklara.
Bu savaş için çok küçüktüler. Daha süngü tutmasını bile bilmiyorlardı. Onlarla ilgilendim. "Mermi böyle basılır. Tüfek şöyle tutulur. Süngü böyle takılır. Düşmana şöyle saldırılır!.." diye. Onları karşıma alıp bir bir gösterdim. Siperlerin arkasında ay ışığında sabaha kadar talim yaptık.
Gün ışımadan biraz dinlensinler diye siperlere girdik. Ortalık hafif aydınlanır gibi olunca hep yaptıkları gibi düşman gemileri gelip siperlerimizi bombalamaya başladılar. Yer gök top sesleriyle inliyordu. Her mermi düştüğünde minare gibi alevler yükseliyor birgün önce ölenlerin kol, bacak, el, ayak parçaları havaya kalkan toprakla siperlere düşüyordu. Mermiler üzerimizden ıslık çalarak geçiyordu. Siperler toz duman içinde kalmıştı. Bir ara yüzbaşı "Azman yandık!.." diye siperin köşesini işaret etti. O şarkı söyleyerek sipere gelen, sanki çiçek toplarmış gibi neşeli olan o çocuklar siperin bir köşesinde sanki bir yumak gibi birbirine sarılmış tir tir titriyorlardı. Çocuklar harbin gerçeği ile ilk defa karşılaşıyorlardı. Ürkmüşlerdi. Yüzbaşı yandık demekte haklıydı. Muharebede bir ürküntü, panik meydana getirebilirdi. Tam onlara doğru yaklaşırken içlerinden biri avaz avaz bir marş söylemeye başladı!..
Annem beni yetiştirdi 
bu yerlere yolladı.
Al sancağı teslim etti 
Allah'a ısmarladı
Boş oturma çalış dedi 
hizmet eyle vatana
Sütüm sana helal olmaz 
saldırmazsan düşmana
Baktım hemen biraz sonra ona bir arkadaşı daha katıldı. Biraz sonra biri daha... Marş bitiyor yeniden başlıyorlar. Bitiyor bir daha söylüyorlar. Avaz avaz!.. Gözleri çakmak çakmak...
Hücum anı geldiğinde hepsi süngü takmış, tüfeklerine sımsıkı sarılmış, gözleri yuvalarından fırlamış dişler kenetlenmiş bekliyorlardı. O an geldi. Birden yüzbaşı "Hücum!.." diye bağırdı. Bütün bölük, bütün tabur, bütün alay cephenin her yerinden fırladık. İşte tam o anda, o çocuklar kurulmuş gibi siperlerden fırlayıverdiler. İşte o an. Tam o an bir makinalı yavruları biçiverdi. Hepsi sipere geri düştüler. Kucağıma dökülüverdiler. Onların o gül gibi yüzleri gözümün önünden gitmiyor. Hiç gitmiyor!..
İşte ben ona ağlıyorum, o çocuklara ağlıyorum!.."
***
Azman dede ağlıyordu. Ben ağlıyordum. Kahvede kim varsa ağlıyordu.Kahveci gözyaşları içinde bize çay getirdi. Eğildi; "Azman dede hep ağlar. Niye ağladığını bugün ilk defa anlattı." Dedi.
C. Bayar Üniversitesi Öğrenci Konseyi'nin hazırladığı Çanakkale adlı kitapçıktan
Selam ve dua ile
HEPİNİZİ... ÇOK ÖZLEDİM...
KARANLIK... Gökte ise sadece ay.. Bir de saymakla bitiremediğim yıldızlar... Hava, ayaz mı ayaz. Lâkin... Hiç bir şey geçmişi ve sizleri unutturmuyor.
Zira yüreğim hasret pınarı, özlem çeşmesi.
Sevdiklerim...
Dedem...
Annanem...
Babam...
Hepiniz gökteki yıldızlar gibisiniz...
Ne sizi...
Nede sizin güzelliklerinizi unutabiliyorum...
-Piloooot.
-Efendim dedeciğim?
-Hadi evlat, abdestini al namaza yetişelim.
Okul kapanmış tatile girmişti. Ben ise her zaman olduğu gibi onların yanına dedemin evine gelmiştim. Sizinle olmak benim için ne büyük mutlulukta biliyormusun, dede?
Elimden tutuşunu...
Namaz dönüşü cebinden çıkardığın nane şekerlerini, etrafını çevreleyen minik kuşlarının her birinin ağzını açtırıp bizzat kendi ellerin ile, kimine ay, kimine yıldız, kimine de balık şeklinde ki nane şekerlerini verdiğinde ne mutlu olurdu o minik yürekler.
Memeeeeed de de!!!
Memeeeeed de de!!  diye diye seni eve kadar getirirlerdi..
Dede...
Dedeciğim...
Seni...
Baba...
Babacığım...
Sonbaharda  dökülen sarı sarı yapraklar misali içimden  dökülenleride saymak dökmek isterdim.
Ne zaman bu kadar yaşlandım?
Nasıl da hayat karmaşasının içine düşmüştüm, öyle değil mi?
Ne zaman bi dara, sıkıntıya düşsem birlikte kafa dağıtır, seyahatler ederdik. Ama şimdi tüm bunlar eski ve tatlı  birer hatıra…
Baba...
Biliyormudun; ben eski halimizi, birbirimizin en yakın arkadaşı olduğumuz zamanları deli gibi özledim...
Birlikte yaptığımız her şeyi ve eğlencelerimizi çok ama çok özledim...
En şaşırdığım ya da en üzüldüğüm anlarda yanımda olmanı ve başımdan geçen en güzel haberi ilk seninle paylaşmayı...
Şimdi tekrar küçülsem ve bir sureyi ezberlediğim de gene 2.5 lirayı veren koca yürekli adamın ellerini tuttuğum, çocuk olsam?
Seninle yaşadığım her an benim için çok değerli idi.
Seninle yaşlandığım için kendimi çok şanslı sayıyorum.
Hepinizi...
Çok...
Çok özledim...
Selam ve dua ile