Seçimin üzerinden on gün geçtiğine göre daha soğukkanlı değerlendirmeler yapabiliriz.
Bizim Millet’in siyasal sezgi, değerlendirme ve mesajları bilim insanlarını, araştırmacıları, anket şirketlerini, gazetecileri  ve hatta siyasetçileri şaşırtacak cinsten.
İtiraf edelim ki iktidar partisini destekleyen kişilerin dahi telaffuz edemediği bir destek oyu, Adalet ve Kalkınma Partisi’ne verildi. Başbakan dahi son haftaya girilirken en fazla yüzde 45’lerden sözedebiliyordu. Halkın yarıya yakınından  alınan oyun, başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere  tüm iktidar mensuplarını mutlu ettiğini ve rahatlattığını görmek mümkün.
Seçim sonuçlarının, Türk siyasetinin yakın planında Adalet ve Kalkınma Partisi’ni yalnız ve rakipsiz bıraktığı gerçeğiyle yüzleşmiş durumdayız. Bu durumda ne muhalefet partilerinin, ne yargının, ne sivil toplum kuruluşlarının iktidar partisini durduramayacağı ve denetleyemeyeceği bir döneme girmiş bulunuyoruz. İster kabul edin ister  etmeyin, yeni dönemde Erdoğan’ın partisinin “nefsiyle imtihanı” başlıyor. Çünkü gerçekten de yapılması muhtemel yanlışları önleyecek tek mekanizma,  parti içerisindeki dengeler ve  değerler kaldı. Allah korkusu, kul hakkı, haram, adalet değerleri hakim olursa yada bu değerleri taşıyan insanlar belirleyici olursa Türkiye için işler yolunda gidecektir. Bu değerlerden uzak politikaların yürütülmesi halinde ise çok kesimin canı yanacaktır. 
Cumhuriyet Halk Partisi’nin, ne uzadığı nede kısaldığı bu seçimde de, bundan sonrası için parti içi işlerden genel siyasete sıra gelmeyeceği anlaşılmaktadır. Yerleşik yüzde 25 oy kemikleşmiş bir biçimde durmakta ama toplumun yüzde 75’inden bir türlü sempati toplayamamaktadır. 
Halkların Demokratik Partisi’nin ise parti olmakla terör örgütünün siyasi kolu olmak arasındaki oynak tutumunun halk tarafından benimsenmediği mesajı, halk tarafından verilmiştir. 
Bu seçimin ve seçim sonrasının en çok konuşulacak partisi Milliyetçi Hareket Partisi’dir. Aslında partiden çok parti başkanından söz edileceği açıktır. Bu zamana kadar girdiği hiçbir seçimden iktidar sonucunu çıkaramayan partinin, iktidardan kaçınan tavrı, ciddi bir erime yaratmıştır. 
Seçimin somut sonuçları açısından Milliyetçi Hareket Partisi’ni ayrı bir fasılda değerlendirmek doğru olacaktır. 
Bahçeli’nin partisi erimektedir ve bu erime ivme kazanmaktadır. 
Toplumun tamamı için siyaset üretmesi beklenen organizmanın milliyetçi kesimlerin dahi oylarını alamayacak duruma geldiği tartışmasızdır. 
Asgari müştereklerde buluşamama, uzlaşmama, kendi politik anlayışından taviz vermeme tavrı,  halk  tarafından kabul görmemiştir. 
Siyasi partilerin ilk amacı iktidara ulaşıp politik anlayışı çerçevesinde hizmet üretmektir. Diğer partiler,  işbirliği yapmak suretiyle her tür müzakere yolunu Bahçeli’ye açarken, onun müzakere dahi etmez tavrı, halkta  “ bu parti iktidar olmak ve devlet sorumluluğu almak istemiyor” algısı oluşturmuştur. 
Türk Milliyetçisi bir partinin, Meclis’in sonuncu partisi olması, genel kurul salonunun  en solunda ve en küçük bölümünde kalması milliyetçi kesimin gururunu kırmıştır. 
Bahçeli’nin kapalı, halka sıcak gelmeyen, umut vadetmeyen, üretken olmayan, sert, parti içi demokrasiden uzak tutumu mecut oyların çeyreğinin kaçmasına neden olmuştur. 
Açık söylemek gerekirse, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin oyları  içerisinde, Ahmet Davutoğlu’nun katkısından çok,  Bahçeli’nin kendi partisinden kaçırdığı oyların katkısı vardır. 
Bu yönetim tarzının kaçınılmaz sonucu, Milliyetçi Hareket Partisi’nin seçim barajını aşamaması, milliyeçi bir partinin Meclis dışı kalmasıdır.