1970’li yıllarda asalet, görgü, hitabet ve zarafetiyle imrenilir bir güzelliğe sahip, Dudu ÜNAL adında kıymetli bir öğretmenimiz vardı. Çok güzel ders anlatır, disiplinli davranır, temizlik, düzen, çalışkanlık ve görgü kurallarını töleranssız uygulatırdı.
Verdiği ödevleri yapmayana, çalış dediği konulara çalışmadan gelene rastlamadım. Hepimiz çalışkandık. Hepimiz temiz ve düzenliydik. Büyüklere, küçüklere sevgi ve saygıyı en samimi haliyle sadakatle uygulardık.
Bir gün bize sağol demeyi, teşekkür etmeyi öğretti. “Biri size bir yardımda bulunursa, bir saygı ve değer gösterirse ot gibi durmayacaksınız, teşekkür ederim veya sağol diyeceksiniz.” Dedi. “O da size rica ederim diyecek.” dedi. Tabiiki alışık olmadığımız bu iletişim kültürüne entegre olabilmemeiz için uygulamalı adaptasyon eğitimleri yaptırıyordu. Arkadaşlarımız bize önce sen buyur diyor bizde teşekkür ederim, sağol diyoruz. İşte kalem uzatıyor, silgi veriyoruz sağol falan diye karşılıklı nezaketli iletişim alıştırmaları yapıyoruz.
O akşam eve geldiğimde horantamızla yemeğimizi yedik. Sufralar kaldırıldı. Tek soba yanan odamızda döşşekler edildi. Anam-babam ve 6 kardeş kimimiz ayaklı başuclu, kimimiz suluhluğun üstünde, kimimiz tahada, kimimiz helkelikte, bıcahlıhta, çırahmanlığın dibinde, sekide vs. ama hepimiz aynı odada yatıyoruz. Çünkü başka yerimiz yok, hemde başka sobamız yok. Hepimiz uyuduk. 
Annem rahmetlikte astım hastalığından kaynaklı nefes darlığı vardı. Üstüne kelebek konsa canı çıhacah gibi olurdu. Zayıf, hasta ve güçsüzdü. O gün biz uyurken babamla annemin kısık sesle dövüştüklerini duyuyordum. Annem babama “Get lan kafir gudurdunnu, utanmıyonda, çolun çocuğun yanında, bet-bereketdemi düşünmüyon, unun-duzun içinde donuz papaz” ne gibi sert sözler sarfediyordu. Fis-kos, het-hüt lafları uzadıkça uzuyordu. Zavallı annemi hasta olduğu için direnme gücü kalmamış olacak ki, babama ”Ulan dur, donuz kafir, şu uşahların üsdüne bi bah ozaman” dedi. Yani çocuklar uyuduysa ne halt edeceksen ette kurtulayım diye teslim bayrağını çekmişti.
Babam sevinç ve heyecanla ve bir okadarda sessiz, tüm kardeşlerimin üzerini uyumuşlarmı acaba dercesine bir sağına bir soluna bakarak hızlı bir şekilde örtüyor, herkesin uyuduğunu gördükçe çok mutlu oluyordu. Abilerimin, ablalarımın üzerini teker teker örttü, örttü, örttü… Sıra bana gelmişti. Parmak uçlarına basarak yanıma geldi. Bir sağıma bir soluma baktı gözlerim kapalı uyuduğumu görünce sevindi. Üzerimi hafifçe örttü……. Babam bana bir iyilik yaptığı için öğretmenimin öğrettiği teşekkürü haketmişti. “Sağol Baba” dedim. Sinirinden deliye oldu. Gözleri çakmak çakmak, suratından düşen bin parça bir vaziyet aldı. Nevri dönen babam;
“S…tir, a…. g….. çocuğu, geçmişini bilmeme ne etdiğimin fırlatması, it oğlu it, eşşoğlueşşek” diyerek bana sağlı sollu 4-5 tane şiddetli şamar yapıştırdı. Kafam allak-bullak olmuştu. “Ben bu adama ne etdim. Niye cinnendi, beni niye dövüyor.” Diye beynim karmakarışık oldu. Anama yaklaşma planı alt-üst olmuştu. Sinirinden epey bi homurdandı ve bir iki depik daha vurdu. Nerdeyse yarım saat sövdü. Rahmetlik anam kıkır kıkır gülüyodu ama babam burnundan soluyo ve bana aşırı nefretle bakıyordu. Tabii ki ağladım. “Ben noordüm sana” falan gibi serzenişlerde bulundukça babam bana. ”Ha s…tir ulan, mayasını bilmem ne ettiğimin zibidisi, daha noreceğan aminim, gavur tohumu, dangalah, oküz oğlu oküz” diye kesintisiz hakaretler ediyodu. Şaşkınlıktan dilim damağım tutulmuştu. Sağol demenin cezası bu kadar ağır mı diye düşünüyodum. Demekki büyük küfürdü bu. 
Ertesi gün öğretmenimiz Dudu ÜNAL okulda yine teşekkür ederim, sağol diye bizlere alıştırmalar yaptırıyordu. “Ben demem örtmenim, babam beni doodü” dedim. “Niye dövsün oğlum, bunda kötü bir şey yok ki.” dedi. Bende geceki durumu anlatınca, öğretmenim kıs kıs utanarak güldü. “Tamam oğlum tamam sen deme” dedi. Ondan belli sağol lafını duyunca peşinden bir sürü depik, şamar, sumsa, poküs yiyeceğam, bir sürü azar işiteceğam zannederim hep…