YENİ bir güne başlarken hepimiz dünden kalan işlerimizi, yarım kalmış programı, dünden kalan düşlerimizi heybemizde buluruz. Yaşamın bize ne getireceğini, alın yazımızda ne sürprizler olduğunu bilmeden, heybemizdeki olanları bir güne sığdırmaya çalışırız. Aslında, hepimiz biliriz ki bir gün, 24 saat değil; 244 saat olsa da heybemizde kalanları tamamlamamıza yetmez. Bir öğrenci, bir işçi, memur, çalışan, çalışmayan herkesin yeni günle birlikte yapacağı, yapması gereken, olmazsa olmaz işleri vardır.

Benim de heybemde, bir hafta boyunca hep bir sonraki güne kalan birikmiş şeyler var.

Son haftalarda, sevgiyi, umudu, yaşamı, dayanışma ve direnmeyi, hayatı sorgulamayı gerektiren yazılar kaleme aldım. Ve gördüm ki; hepimizin güzel şeyler görmeye, duymaya, yaşamaya çok ihtiyacı var. 

Bizim dışımızda gelişen ama yaşamımızı etkileyen gündemi ne yapacağız? Her şey sevgiyle, hoşgörüyle, sorgulama ile çözülmüyor ki?” sorularını sorduğunuzu biliyorum. 

Heybende sadece bahar, papatya, kuş, umut, mutluluk… gibi güzel şeyler mi var?” sorusunu sorduğunuzu da biliyorum.

Heybem çok ağır sevgili insanlar.

Adaletsizlik, hukuk ihlali, mağdur insanlar, bitmekte olan tarım, mesleğini gerçekleştirmekte zorlanan çiftçiler, terkedilmiş şehirler, yaşamı bir ipin ucuna düğümleyen ruhsal çöküntüler, yitip giden hayaller, gözyaşı ve hatta kana bulanmış eller… ve niceleri var heybemde.

Biz yazarlar da bu ülkenin tüm sorunlarından her vatandaş gibi etkileniyoruz elbette.

Elimizi heybemize atıp şu haberi, şu olayı, şu konuyu yazalım diye bakmıyoruz birikenlere. Beş aylık hamile genç anne adayının, on altı yerinden bıçaklanıp vahşice katledilmesini yazı konusu olarak görmüyoruz sadece, yazarken üzüntümüz kelimelere sığmıyor elbette. Covid salgınında, hayatını kaybedenleri, günlerce hastalara şifa olmak için sandalye üstünde uyuyan sağlık emekçilerini, canlarını kaybeden yüzlerce sağlık çalışanını, pazar artıklarını toplayan vatandaşları, sadece 200 kişinin alınacağı işçi alımı sınavına 45 bini üniversite mezunu 52 bin kişinin başvurması gibi gerçekleri yazmakla kalmıyoruz, kelimelerimizden gözyaşı damlıyor elbette.

Bugün de yazmak için elimi heybeme attığımda, artık iki-üç ayda bir değişen merkez bankası başkanı ataması, sürekli yükselen dolar, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yastık altı ziynetlerinizi çıkarın çağrısı, Kılıçdaroğlu ile Akşener’in erken seçim çağrıları çıkıyor. Toplumun yüzde 80’inin hak, hukuk, adalet çağrısı ve sorgusu yaptığı bir dönemde, Bahçeli'nin beğenmediği bir karar nedeniyle "Anayasa Mahkemesi kapatılsın." gibi tekrarı bile anayasal suç olan, demokratik, hukuk devletini tümden yok eden çağrısı da yine heybeme tonlarca ağırlık yüklüyor. TBMM Başkanı'nın İstanbul Sözleşmesi’ni iptal eden Cumhurbaşkanı'nın, isterse Montrö Antlaşması’nı bile iptal edebileceğini vurguladığı, tarih ve uluslararası hukuku yok sayan sözleri heybeme sığmıyor. Çıkarıp atmak istiyorum yanlış olan her şeyi heybemden ama atmanın değil yazmanın heybemizi hafifleteceğini biliyorum.

Yarınlarımızı olumsuz etkileyecek gelişmelerin yaşandığı bir dönemde; kıpırdayan çiçeği, uçan kelebeği, baharı, Allah’ın yarattığı her mahlukatın güneşi, güzel günleri göreceğini yazmayı Polyannacılık olarak değerlendiriyor olabilirsiniz. Tabii ki hiçbirimiz Polyanna değiliz, sorunları yok sayamayız ama insanı diğer canlılardan ayıran düşünme özelliğini, olumluya yönlendirmenin ruhumuza iyi geleceğini düşünüyorum. Siyahın üstünü beyazla kapatmak değil söylemek istediğim. Beş kat beyaz boya sürsek de zamanla siyah boya kendini gösterecektir. Sorunlar da öyledir; tespiti ve tedavisi doğru yapılmayan her sorun, karşımıza tekrar çıkacaktır.

Bu sebeple; bazen hayatın içindeki güzelliklerin, sorunları unutturmadan daha az hasarla atlatmamıza yardımcı olacağını yazarak hatırlatmak, adımız Polyanna’ya çıkacak olsa da görevimiz.