ARABA hareket etti. Çamlığın alt yolundan Yozgat’ı çıkarak Elekçinin yokuşundan kıvrılarak giden yolda bir şahmeran yılanı gibi sessizce süzülerek Karga köyüne doğru yol alıyorlardı.
Taksinin motor sesinden başka bir sesin duyulmadığı yolculukta, uzun bir süre uzayıp giden yolculukta, taksinin motor sesini taksici bozarak:
-Emmi… hayırdır! Nerden gelir nereye gidiyorsunuz?.
Küçük kardeş cevap vermek için bir anda pat diye lafa karıştı:
-Biz Kargalıyız… Hafız edem (abi) hapisten çıktı da onu köye götürüyoruz, dedi.
Taksici arabanın içindeki dikiz aynasına gözlerini şöyle bir dikerek endişeli ve meraklı ses tonuyla:
-Yaaa!… Hangisi? Şu cam kenarında oturanı mı?.
Küçük kardeşi:
-Heee, diye söylendi.
Taksici kendine güvenen ve bir yiğit edasıyla:
-Geçmiş olsun gardaş… dedi.
Hafız söylenenleri duymuyordu sanki, aklı hep başka yerlerde idi.
Kardeşi abisine eliyle dürterek:
-Sana diyo ede sana, dedi.
Abisi bir anda irkilerek:
-Ne neh ne n’oldu?.
Kardeşi:
-Taksici , taksici ede. Sana geçmiş olsun diyo.
Hafız yorgun ve kısık bir sesle:
-Eyvallah!… dedi.
Taksici sorular sormakta ısrarlıydı:
-Kaç yıl yattın?.
Hafız:
-Anlamadım, dedi.
Taksici sesini biraz yükselterek:
-Damda damda, yani hapiste kaç yıl yattın.
Hafız derin bir nefes alarak yorgun ses tonuyla kesik kesik söylendi:
-Yedi yıl… dört ay, bir kaç gün… Yıkılan hayallerim!… dedi.
Taksici hayal lafını duyunca kendi içinde hayallere dalarak sustu… Bir daha sorular sormadı.
Fazla uzun sürmeyen sessizlikle geçen yolculuk Osmanpaşa ve Yenice köyü geçip Karga köyün ulu tepesine gelip köy göründüğünde durgunluk kendi aralarında kıpırdanmalara ve kısa kısa konuşmalara yerini bıraktı.
Hafız:
-Köyde hiçbir değişiklik olmamış hep aynı duruyor!… Çok özlemişim kokusunu, havasını, diye arabanın camını açarak derin bir nefes aldı gözlerinden dökülen yaşlarla da söyleniyordu.
Köyün içinden ve insanların dik dik bakışları arasından hızla geçip köyün alt yanındaki ılımandaki köprüden de geçerek.
Eve giden yolda hafif bir de dik yokuşu var idi orayı da aşarak. Evlerinin önüne, yani çatal kapıya gelip dayandılar.
Arabadan önce inen babaları. Çatal kapının arkasındaki kayayı alarak kapıyı iyice açtı.
Taksiciye eliyle de işaret ederek seslendi:
-Sür arabanı, dayıoğlu içeri, dedi.
Evde bulunan anaları dışarıdan gelen sesleri ve araba gürültülerini içeriden duyan anaları. Tere yağ çıkartmak için yaydığı yayığı işini bırakarak. Suda yıkadığı ellerinin yaşını da üç etekli elbisenin beline taktığı önlüğüne sildi ve dışarıya çıktı. Hasretlik çeken ses tonuyla:
-Vıııh… Gurban oğlum. Hafızım, diyerek.
Sevgi ve özlem duygularıyla oğlunun boynuna sarıldı.
Koklaştılar, ağlaştılar göz yaşlarını takas ettiler olmadı… Geri vazgeçtiler.
Taksici:
-Şu yükleri indirelim de. Ben hemen gideyim emmi, dedi.
Babaları oğul ve anasının aralarına girerek iki ipin düğümünü çözer gibi ayırıp bir taraftan da mırıldandı:
-Yeter artıh… dırdırlanmayı bırahın çabuh bi ayran çalhayın da getirin diye. Sözlerine taksiciyi de katarak devam etti:
-Dayı oğlu yemek hazırlıyalım da ye, dedi:
-Sağ ol emmi. Hemen gitmem lazım, dedi ve eline fitre devreder gibi sayılan paraları alarak:
-Hepinize gözünüz aydın. Hafız gardaş tekrar geçmiş olsun. Allah bir daha oraya, mahpusa düşürmesin, diyerek… Müsaade isteyerek ayrıldı.
Yoldan bir iki yolcu bularak Yozgat’a götürdü. Arabasını da durağına vararak sırasını bekleyen taksilerin yanına park etti.
Kim bilir!… Bir daha bu araba mahkum mu taşır? Gam gasevet mi?. Belki bir hasta , belki bir Sevda kim bilir?.
Ama bir gerçek vardı ki taksinin tekerleri döndükçe bir şeyler taşıyacaktı.
Selam ve dualarımla...