DIŞARIDAKİ bulutlu gökyüzünü… Kuşları, ağaçları çiçekleri… Uzaklara doya doya bakmayı, özgürlüğü!… Çok özlediği, bu hayallerini bir an bırakarak. Arkadaşlarıyla tekrar kucaklaştı. Gözlerinden süzülerek akan sevinç ve ayrılık yaşları aman vermiyordu. İdamlık kader arkadaşı Antepliye tekrar sarıldı baygın ses tonuyla:
-Uzun yıllar… Seninle pek anlaşamadık.
Geç oldu ya. İyi bir dostluk kurmuştuk , hakkını helal et.
Çok istediğin o yatağımı sana bırakıyorum. Temizlikten pek haberin yok ya, gene de yatağı temiz tut, diye takıldı.
Ranza gıcırtılarını ve küf kokan duvarları.
Keder dolu, Kader arkadaşlarını, gözü yaşlı içerde bırakarak:
-Allah kurtarsın!… diyerek.
Elindeki bavuluyla gardiyanın peşine takılıp yürüdü.
Ceza evi müdürünü görüp özgürlük belgesini alması gerekiyordu. Öyle de oldu.
Müdürün öğütvari sözlerini dinledi eline tutuşturulan özgürlük belgesi!... bir kağıtla. Evlerinin tahtadan yapılan kocaman çatal kapısı gibi, cezaevinin demir kapısını aralayarak , orada vatan görevlerini yapan askerlere de:
-Hayırlı teskereler!… Diyerek, dışarıda bekleyen babası ve iki erkek kardeşlerinin boynuna sarılarak sevgi yumağını oluşturdular.
Kardeşleri ağabeylerini kucaklamış sevinç gözyaşlarıyla boğuşuyorlar.
Babaları kara abalı , duygu yüklü ortamı değiştirmek için başındaki kasketi eline alarak kalın sesi ve masum bir aslan kükreme edalarıyla:
-Bırahın ulan eşek sıpaları ne zırlayıp duruyonuz?. Bak ben ağlıyomuyum? Diyerek yüreğine akan göz yaşlarını gizlemeye çalışıyordu.
Fazla uzun sürmeyen hasretlik sarılmalarına ara vererek küçük kardeşi abisinin elinden yılların biriktirdiği acılarıyla dolu bavulunu eline alarak, diğer kardeşi de abisinin koluna girmiş normal bir şekilde yürüyorlardı.
Babaları baba!... ses tonuyla mırıldanarak:
-Çarşıya uğrayalım da biraz alış veriş yapalım. Daha sona da bir tahsi dutar koye giderik dedi…
Hafız!… Asıl adı. Hüseyin sesinin çok güzel oluşundan ve anasının:
-Benim oğlum imam hatipte ohuyup hafız olacah, diye bu lakabı takmıştı.
Hapishaneden tahliye olduğuna hala inanamayan Hafız sanki birisi çağırıp tekrar götürecekmiş gibi heyecanla tedirginliği hala sürüyordu.
Çarşıdan alışverişlerini tamamlayarak taksi durağına geldiler.
Babaları taksinin şoförüne yaklaşarak:
-Dayı oğlu… Garga koyüne gaç paraya gotürün bizi?.
Taksici… yaz günü uzun bir palto gibi aba giyen kasketli adamı şöyle bir süzdü. Birde yanındaki gençlere bakındı:
-Emmi!… Hallederiz, canınız sağ olsun, diyerek. İki tarafta iyi niyetli görünseler de sıkı bir pazarlık yapılarak iş bağlandı.
Küçük kardeş bir anda sesini yükselterek babasına telaşlı telaşlı seslendi:
-Ağa… (baba) fırından taze somun almayı unuttuk dedi.
Babası:
-Ulan doğru soledin… Hele ahlımda bi şey var diyodum, dedi.
Cebinden çıkardığı bir miktar parayla:
-Goş hele şöyle bir saart de. (koşmak) Şu ilerdeki fırından sekiz on ekmek al da gel.
Bizde şu aldıhlarımızı arabıya yukleyelim, dedi.
Çarşıdan alınanlar taksiye yüklendi. Taze somunun kokuları etrafa yayılarak o da tamamlandı. Babaları taksinin ön koltuğuna oturarak taksinin kapısını sertçe çekerek arabanın tozunu çıkarttı.
Oğulları da arka taraftaki koltuğa oturdular….
Selam ve dualarımla...
•Devamı var•