“Oğlum köyde it… taşlayıp, boş gezemesin.”
diye bana iş bulur.
İşim… büyük baş hayvanları gütmek.
Tarlada, pulluğu çeken, İki ağaç tekerleği olan kağnıya koşulan öküz dediğimiz hayvanlardan (5 çift 10 öküz) hayvanı ayarlar.
Bu arada, ben yedi yaşında ve küçük  bir çocuğum bu yüzden çok korkuyorum yani  razı değilim.
Annem beni ikna için her yolu dener. Okula giderken bir ayakkabı ve pantolon sözü verilir ve Öküzleri gütmek için gerekenleri tek tek bana anlatır.
Ben anlamıştım. Sabah gün doğarken, annemle birlikte malları (öküzleri) harman yerine getirdik. Benimle birlikte 8-10 arkadaş olmuştuk.
Bir anda heyecanlandım, bu iş hoşuma gitmeye başlamıştı. Köyümüzde kır ve bağ bekçisi de vardı. Onlar da geldiler. Annem bekçilerle konuştuktan sonra, benimle vedalaştı ve eve gitti.
Arkadaşlarımız, bekçiler ve çobanlık yaptığımız mallarla (öküzlerle) baş başa kalmıştık.
Artık emirleri bekçilerden alacaktık. Bekçiler, emir vermeye başlamıştı bile.  “Sabah harman yerinde mallar toplanacak, hangi bölgeye tayin edersek orada mallar güdülecek.” diye bize anlattılar.
O günkü bölgemiz
Kurt Kaya’sı oldu. Ben sevinmiştim. Bizim bağlar o taraftaydı. Öğleyin malları istirahata yatırdığımızda annemin yanına gidebilirim, diye düşünüyordum.
Kurt Kaya’sına doğru malları yaya yaya götürüyoruz. Zaman zamanda arkadaşlarla şakalaşıyorduk. Bir taraftan da annemin bana alacağı pantolon ve ayakkabıyı düşünüyordum.
Güneş bütün sıcaklığıyla tepemizdeydi.
Elimizdeki çoban değneğini yere dikip değneğin gölgesi dibinde olduğunu görünce öğlen oldu demekti.
Malları Kurt Kayası’ndaki pınarda sulayıp ağaçların gölgesine yatırdık. Pınarda elimizi ve yüzümüzü yıkadık.
Ağaçların gölgesine bizde oturduk.
Çok yorulmuştum. Yorgunluktan ayaklarım sızlıyordu. Annemin özenle hazırlamış olduğu azık çantamı boynumdan çıkardım.
Küçük sofra bezini önüme serip, yufka ekmekle yapılan tereyağlı yumurtayla hazırlanan omaçlı… dürümü yemeğe başladım. Arkadaşlarla yemeklerimizden birbirimize vererek paylaşımın güzelliğini yüreğimizde hissediyorduk.
Karnımız doymuş. Üzerime bir ağırlık çöküyordu.
Uykum gelmeye başladı. Arkadaşlar;
“Haydi  oyun oynayalım.” dediler.
Ben oynamak istemiyordum.
Arkadaşlardan “Benim mallara da bakmalarını, bağda annemlerin yanına gidip geleceğimi.” söyleyerek izin istedim.Arkadaşlarda kabul etti.
Hapisten  çıkmış mahkum gibi koşarak bağa vardım. Annem, ablam ve diğer kardeşlerim oradaydılar. Onları görünce beni bir ağlamak tuttu. Kendimi tutamıyordum. Annem beni teselli etmeye çalışıyordu. Kardeşlerimse bir anlam çıkaramıyor. Garip garip bakıyorlardı. ( Yedi yaşında bir çocuk ve on büyük baş hayvan.)
Özden akan su ile kafamı, yüzümü yıkadım. Yere oturduğumda kendime gelmiştim.
Annem, taze çökelek ve yeşil soğanlı bir dürüm verdi, Birkaç kez ısırdıktan sonra anneme, arkadaşlarımın yanına gideceğimi söyledim. O da tamam dedi, vedalaştım, oradan ayrıldım.
Arkadaşların yanına geldiğimde, gördüğüm manzara çok güzeldi. Büyük kayaların arasından tilki yavruları bulmuşlar.
Onları seviyorlardı. O sevgiye ben de karıştım.
Öğlen istirahatımız böyle geçti. Malları, güzel uykularından kaldırıp, o güzelim yeşil otları yayılmalarınabıraktık.
Bu arada tilkinin yavrularını da geri yuvalarına koyduk. Bağların bekçisi de geldi.
“Ekinlere ve Bağlara hayvanlarla zarar vermediniz değil mi?” diyerek nöbetçi amiri gibi bize gözdağı verdi.
Daha sonra katır gibi eşeğine binip, uzaklaşarak gitti.
Biz de hayvanları yayma işine devam ederek bu şekilde yaşanmışlardan birini sizlerle paylaşmak istedimtım.
Selam ve dua’larımla.