DİL; sürekli gelişen, yenilenen bir olgudur. Bir başka deyişle sürekli devinim (hareket) durumundadır. Bu özelliği, dildeki sözcük sayısının her geçen gün artması sonucunu doğurur. Bu artış ileriye dönük ve doğaldır. Ancak zaman zaman kullanımdan düşmüş, geçmişe yönelik bazı sözcüklerin de çeşitli nedenlerle dile kazandırılmaya çalışıldığına tanık oluyoruz. Ölü olarak benimsenen böyle sözcüklerin diriltilmeye çalışılması, dil açısından büyük bir yanlıştır.

Bir zamanlar günlük dilde yer alan “muallim, talebe, velhasıl, müphem, filhakika, hasbihâl, efsunkâr” gibi sözcükler; artık yerini “öğretmen, öğrenci, kısacası, belirsiz, gerçekten, söyleşi, büyülü” sözcüklerine bırakmıştır. İşte kullanımı yok denecek denli azalmış ya da hiç kullanılmayan ve daha binlercesi bulunan böyle sözcükleri kullanıma açmaya çalışmak anlamsızdır.

Son zamanlarda, diriltilmeye çalışılan ölü sözcüklere, Farsçadan dilimize giren ve Türk Dil Kurumunun Türkçe Sözlük’ünde “lebalep” olarak yazılan bir sözcük daha eklendi. Türkçede “silme, ağzına dek, tıklım tıklım, tıka basa” gibi birbirinden güzel karşılığı bulunan bu sözcük, ne yazık ki yayılarak kullanılmaya başlandı. Söz konusu sözcüğü; kimileri eleştirel amaçla, kimileri bilerek, kimileri de farkına varmadan kullanır oldu. İşte bu bir ölü sözcüğü diriltme eylemidir. Bu ve benzeri kullanımlar bir an önce bırakılmalıdır. Yoksa dilde yozlaşmanın önü açılmış olur

Şimdi diyeceksiniz ki; “Peki, ölü sözcükler Türkçe Sözlük’te yer almıyor mu?” Alıyor kuşkusuz. Türkçe Sözlük bilimsel bir başvuru kitabıdır. Dilimizin gelişimi süresince kullandığımız tüm sözcüklerin bu sözlükte bulunmasından daha doğal ne olabilir ki?.. Ancak söz konusu sözcüklerin Türkçe Sözlük’te yer alması, günümüzde yaygın biçimde kullanıldığı ya da kullanılması gerektiği anlamına gelmez. Türkçe Sözlük’te, günlük yaşantımızda sıkça ya da az kullandığımız sözcüklerden  hiç kullanmadıklarımıza dek binlerce sözcük yer almaktadır. Bu farklı bir konu.

Her ulus, dilini geliştirmek için çaba gösterir. Türkçemiz de Atatürk’ün isteğiyle 12 Temmuz 1932’de kurulan Türk Dili Tetkik Cemiyeti (bugünkü adı Türk Dil Kurumu) aracılığıyla hızlı bir gelişim sürecine girmiştir. Ta o yıllardan günümüze dek uzanan çeşitli tarama, derleme ve sözcük türetme çalışmaları,  dilimizin gelişmesine büyük katkılar sağlamıştır. Böylece dilimizdeki yabancı kökenli sözcük oranı büyük ölçüde azalmış, yerli sözcükler ağırlık kazanmaya başlamıştır. 

Güzel Türkçemiz, yabancı kökenli sözcüklerden arınıp temizlenir ve gelişip güçlenirken ölü sözcükleri yeniden gündeme getirmenin dilimize zarar vereceği kaçınılmazdır. Atatürk, 2 Eylül 1930’da yaptığı bir konuşmada; “Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.” demiştir. Bir başka konuşmasında da;  “Türk dili zengin, geniş bir dildir. Bütün kavramları anlatma yeteneği vardır. Yalnız onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde işlemek gereklidir. Öyle istiyorum ki Türk dili bilimsel yöntemlerle kurallarını ortaya koysun. Bütün dallarda yazı yazanlar; bütün terimleriyle çoğunluğun anlayabileceği, güzel, uyumlu dilimizi kullansınlar… Başka dillerdeki her bir sözcüğe karşılık olarak dilimizde en az bir sözcük bulmak ya da türetmek gerekir. Bu sözcükler kamuoyuna sunulmalı, böylece yaygınlaşıp yerleşmesi sağlanmalıdır.

Bizlere düşen görev; her alanda olduğu gibi Türkçemizin geliştirilip güçlendirilmesi konusunda da Cumhuriyet’imizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün izinden gitmektir. Bu nedenle elimizden geldiğince Türkçe kökenli sözcükleri kullanmaya özen göstermeli, gerekmedikçe yabancı dillerden gelme, özellikle de ölü sözcükleri kullanmaktan kaçınmalıyız. Bu bizim için ulusal bir görev ve sorumluluktur.

Atatürk’ün deyişiyle; “Türk dili Türk ulusunun yüreğidir, beynidir.” Dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak demek, yüreğimizin ve beynimizin ulusal olması demektir. Çünkü duygu ve düşüncelerin iletişim aracı olan dil, ulus olmayı sağlayan ögelerin başında gelir.  

Bunu unutmayalım.