GÜZ  ayları  olması  hasebiyle.  Aylar  gün   gün  saniye   saniye.   Kış  aylarına  doğru  gidiyordu.  Köylüler  hasat   işlerinin büyük bir  çoğunluğunu  tamamlamış.  Bir  taraftan, “kabuklarına!...  çekiliyorlardı. 
Halim  soğuk   sıcak  demeyip.  Tuzlu  Pınar’a  giderek, ziyaret  çalısı  gibi  geziniyor.  Pınarla  konuşup,  dertleşiyordu.
Elmadağlıların    sarı  Erdinç’i  gene    kendi  Eşeklerine  binerek.  Ralli  yarışmalarına  hazırlanıyormuş  gibi  Köyü  turluyor. 
Canan!...  Halimle  konuşmak  için  arada  sırada  bir şeyler  bahane  ederek  evlerine  gidiyor.  Bazen  de  Pınarda  buluşuyorlardı. 
Halim!...  Pınarın  oluğuna  yakın  oturdu , derin   derin  iç çekiyordu.  Bir  taraf tanda  hafif  mırıldanarak: 
-Ondan  hoşlandığımı.  Onu  çok  Sevdiğimi  söylemeliyim”  diye. 
İçten  içe    konuşarak  dalıp  gidiyordu.  Bazen de  arada  bir     kendi  kendine    celallenerek… 
“İkide bir.  Halim  abi!...   demesi  yok mu?…  Ben  senin  nerden  abin  oluyorum?...  Köyde bir  sürü  abin!...  var.  Ben   seni  abiden  öte  yarin!...  olmak  istiyorum”  diyerek. 
Gene  her zamanki  gibi  kendi  içinde  daldı  gitti. Bu sefer ki dalgınlığına fazla da fırsat vermeden ve bir diğer taraftan da kendini, Pınarın oluğundaki suda seyrederek. Kendini de  eleştirerek  konuşuyordu. 
“Senin  yaşın  yetmiiiş!…  işin  bitmiiiş!...  sen  “sakatsın”  çocuğun  olmuyor.  O  daha  genç , seni  kabul  eder mi?..  bakalım”  diye. 
Konuşma konferansını sürdürürken. Suda  seyrettiği resminin yanında, biri daha göründü. 
Evet   evet. 
Canan  sessizce  yaklaşmıştı. 
Halim  bir  anda  ürkerek  geriye  döndü , ürkek  ve  utangaç  sesle: 
-Sen  miydin?…   
-Yoksa  başka  birini mi  bekliyordun?...   
Halim…  boynunu  bükerek  mazlum ve  garip  edalarıyla: 
-Garibin…  Allahtan   başka  kimi  olur?...  dedi. 
Canan  Halimin  mazlum  laflarını  tam  bitirmeden: 
-Ben  varım ya!…  Her halükarda yanındayım.  Yeter ki sen, uzanan elimi tut,  dedi. 
Halim duyduklarından etkilenmiş ve çok şaşırmıştı. Bir  anda  kendine  güveni  arttı.  İçindeki  o  söylemek  isteyip de, söyleyemediği  lafı  pat  diye  bir  anda  söyledi:
-Allah  için  benimle  evlenir misin?…  dedi. 
Canan  şaşırmadı.  Çünkü. Halimi yeterince  olmasa da, biraz  tanıya  bilmişti.  Halim  heyecandan  titreyerek  evlilik  sorusuna  cevap  bekliyordu.  Onu  daha  bekletmek  olmazdı.  O  da  öyle  yaptı: 
-Eveet!…  seninle  evlenmeyi  kabul  ederim… Am’ma?...  dedi. 
Esen rüzgar esintisini kesti. Tuzlu Pınar şırıltısını, suyunu durdurarak. Sanki yasamı dondurmuştu. 
Halim marşa basarak çalıştırılan bir araba gibi, yasamı tekrar çalıştırdı: 
-Eeee  ne  demek  am’ma?... 
Canan hemen  cevap  vererek: 
-Benim  Annem  Babam  var.  Onlarla  konuşmam  lazım, dedi.  
-Doğru ya, haklısın…  dedi.
Ve ikisi de Sevgi, Sevda alışverişlerinde bulunarak,  evlerine  gitmek  için  ayaklandılar. Ağır ağır Köye doğru yürürken. 
Halim: 
-Bir  dakika!…  bekle, diyerek. 
Fazla  uzaklaşmadıkları  Tuzlu  Pınara  geri  dönerek  Pınarın  alt  başındaki  çamura , solmasın  diye  sakladığı  ve  yeni  topladığı  sarı   sarı  yaprakları  olan.  Çiçekleri  alarak, çamurlarını da   Pınarın  oluğundaki  suda  yıkayıp  bir  koşuda. 
Cananın  yanına  tekrar  geldi.  Sevgi  sözcüklerini  bir   bir  sıralayıp  söyleyerek: 
-Sabah  denşirmiştim…  Mevsimin, Sevginin, Dostluğun. Gülleri bunlar. Şu. Çiğdeme  benzeyen  beyaz  çiçekleri olan çiçeklilerde. Öksüz  oğlan…
Çiçeklerin  aralarında  tek  tük  açarlar, o yüzden  buna da.  Öksüz  oğlan  denir, diyerek. 
Çiçekleri  ve  Öksüz  oğlanları  verdi. 
Köye girerken  birlikte  görülüp  dedikodu  olmasın  diyerek.  Yollarını  ayırdılar. 
Halim  tedirginlik  içinde  bir  koşuda  tekrar  geri  gelerek:
-Canan!…  dedi, sustu. 
Oda söylenecekleri dinlemek için durakladı.  Halimin buğulu gözlerine endişeli bir şekilde bakarak:  “Efendim, buyur. Der gibi edalı edalı bakarak.  Onun  konuşmasını  bekliyordu. 
Halim  çekinerek, birazda  utanarak: 
-Şeeey!…  var  yaa!…  hıımm… 
Benim  çocuğum  olmuyor. 
Yani  ben  hadımım!...  dedi. 
Anlından  dökülen terlerin bir kısmı üstünde  bulundukları. Köprünün  altından. Diğer bir kısmı da Köprünün üstünden akıyordu. Canan: 
-Biliyorum!… olsun.  Evlilik sadece bu!... değil,  diyerek. 
Bir  Keklik gibi, süzülerek  gözlerden  uzaklaşıp  gitti. 
Halim  aheste   aheste  yürürken  bir  taraftan da  kendi  kendine  konuşuyordu. “Bu Köylüden de  bir  şey saklanmıyor.  Kimden  duymuş  acep?..  diye. 
Mırıldanıyordu.  Çok  mutluydu.  “Çok şükür Allah’ım. Beni de Seven çıktı. Beni de artık bir Adam!...yerine koyan var”  diyerek. 
Sevgi  sözcüklerini.  Cananın  bazen  yüzüne, bazen de  gıybetine  söyleyerek: 
-Canımın  Cananı…  Bülbülüm  Kanaryam, yalnız  beyaz  Güvercinim, kınalı  Kekliğim , diye. 
Dağa Tasa, Kurda Kuşa haykırarak anlatıyordu.  Nefis ve Şeytanda  boş  durmuyor.  
Halimin  nefsine  fısıldıyordu  “Sen  ona  Gülüm  diyorsun ya… O Köyün gençleriyle fingirdeşiyor!....  Yarın evlendiğinde Köyde çıkacak dedikodulara ne diyeceksin?.  Ya bu çıkan laflardan, geri ayrılırsanız bu ayrılık acısına nasıl dayanacaksın?... diyerek. 
Şeytan  görevini  Şeytanca  fısıldıyordu.
Halim bir anda Nefis  ve Şeytan fısıltılarına  kanarak dondu kaldı. “Ya  doğruysa?” dedi. 
Sustu…  ve  olduğu  yerde   adeta.  Kör  atın  kazığa  bağlandığı  gibi  çakıldı  kaldı. 
Daha  sonra  evine  gelerek.  Abdest  aldı  kaçırmadığı  vakit   Namazını  kıldı.
“En  güzeli  gidilecek  yer, ve  sığınılacak  yer.   Rabbimin  kapısıdır”  diyerek.  O’na  ellerini  açıp. 
“Yarabbi sen bana. Şah damarımdan daha yakınsın.  Sen her şeyi  bilen, gören  ve  gözetensin.  Senden, yine  sana  sığınıyorum”  diyerek. 
Göz  yaslarıyla.  Rabbine  yakarışını  eksik  etmiyordu. Aradan  geçen  günler.  Halimle  Cananın  arasındaki  Sevgi.  Toprak  oluyor , bağrında  Sevgi  tohumunu  besliyor.  Yağmur  oluyor  damla   damla  suluyor.  Güneş  olup.  Gönüllerinde  bir  Çiçek  gibi  açıyordu.
Halim  anasına  nefsini  ihbarda  bulunarak  akıl  alıyordu:
-Ana!…  her zamanki  gibi.  Canan  kızla  bugün de  buluştuk.  Uzanan  ellerine  vermediğim  o  ellerimi  bugün  verdim!… 
Bu  yetmiyormuş  gibi  birde  boynuna  sarıldım. 
Bir  mengene  gibi  sıktım!…  ağladım   ağladım  kokusunu  içime  çektim, taa  iliklerime  işledi. 
Kurban  ana…  can  ana.  Sen  söyle  ne olur  ben  Nefsime mi  uydum?.  Yoksa  yoksa.   Şeytanın  oyununa mı  geldim?...  diyerek. 
Gözlerinden  süzülerek   akan  ıylım   ıylım  yaşlara   aldırmadan.  Anasının  söyleyeceği  sözlere  kulağını  iyice  açarak  dinliyordu.Anası:
-Oğlum!…  onemli  olan  senin  samimi  niyetin.  Bu  gonu da  sen  ırahat  ol.  Ya  niyetin  onunla  Allah’ın  emrini  yerine  getirmeyip de.  Evlene cam  deyip.  Onunla  oynaşıp  gulüşsen.  İşte  o  zaman  gorh  oğlum, diyerek. 
Oğlunun endişelerini  hafifletmek için yardımcı oluyor;  “Gene de.  Helal’in  olup, nikahın  gıyılana  gadar  temkinli  olun”  diyerek öğütlüyordu.      
Selam ve dua’larımla.