GÜNE değil düne uyanmak istenilen bir çağda yaşıyoruz. Özellikle kırklı yaşlarda olanlar ya da kırk yaşını geçenler.. Geçmişe dönüp bir mutlu günü hatırlamak istiyoruz. Bizi oraya götürecek bir şarkı, bir resim ya da bir cadde, sokak.. Gözümüzde tüten, bir daha tekrarını yaşayamadığımız günleri sandıktan çıkarıyoruz.
Neden bugün değil de dün daha güzeldi hayat? Hepimiz bu soruya aynı cevabı veremeyiz. Herkesin kendince bir açıklaması elbette vardır. Ben kendimden bahsedeyim, bu soruyu kendim cevaplayayım. Çoğunuz gibi benim de uyanmak istediğim dün, çocukluğuma rastlar öncelikle. Hiçbirşeyden sorumlu olmadığım, dört misket iki gazoz kapağı servetim ve çizgi romanlarım arasında kurulmuş daha çok tahayyüle dayalı çocukluk dünyama geri dönmek isterdim. Çocukluğun güzel geçmesi ya da geçmemesi değil burada aradığım, sorumluluk sınırları dışında yaşamış olmamanın verdiği rahatlık  isteğimin simgesi aslında. Yani çocuktum, mutluydum değil işin özü, çocuktum sorumsuzdum ve hayat çok güzeldi. 
Bu çizgide düşünürken aklıma hep İstanbulluoğlu mahallesindeki evimiz gelir. O sokağın diğer bireyleri ile kurulan komşuluk ilişkilerini hatırlarım, bütün evler çocuklarındır ya hani, komşuların hangisinin kapısını çalsam bana bir  bardak su ve yağ sürülmüş bir parça ekmeği uzatırlardı. Şimdi fırından satın almak zorunda olduğum o ekmeğe zahmetsiz ulaşmış olmamın rahatlığını özlüyorum belki de. O ekmeği bana uzatan komşunun ve komşuluğun sosyolojisi üzerinde yazmak bana düşmeyeceği için ki konunun uzmanı değilim olayları kendi penceremden yorumlamaya çalışıyorum.
İkinci nostaljik durağım ilk gençlik yıllarıma uzanır. Mekan değişmiştir, Fatih Mahallesine giderim. Bir önceki mekanım ile farklarını anımsarım hemen. Şehir merkezi sayılacak bir konumdan kenar mahalleye taşınmıştır çocukluğum. Konuşulan Türkçe bile farkedecek kadar değişmiştir. Misket ve gazoz kapaklarımı eski mahallede bırakıp yanıma sadece çizgi romanlarımı almıştım. Gençliğe adım atmanın bana yeni bir sayfa açtığının bilincine varırken, mahalleden kopup günü çarşı tabir ettiğimiz şehir merkezinde geçirmeye başlamıştım. 
Mahalle arkadaşlığı yerini çarşı arkadaşlığına dönüştürmüş, kimi zaman Boztepe sineması kimi zaman da Atari salonlarında vakit öldürmeye başlamıştım. Vaktin bol ve benim onları öldürmekten keyf alan bir seri katil olmamın birgün beni  hayatın olağan akışı dışına taşıyacağını o günlerde düşünmem de imkansızdı. 'Genç dediğin asi olur' diyerek ebeveyn sözüne kulağı kapatıp da o kulağı Müslüm Gürses'e uzatmak ne demektir bugün Türkiye'nin yarısı bilir.. Mutlaka bir aşk da vardır, özlem de olur ve yandı gülüm keten helva. Okul arkadaşlarımın balkon çocuğu benim de sokak çocuğu olma gayretimin neticesidir o günlere duyulan özlem. Gençliğe özlem bir ölüye ağıttan başka bir şey değildir. 
Kaçırılmış fırsatların, söylenmemiş sözlerin üstüne kapanmış ölü toprağıdır orta yaşa gelmek. Altında kımıldar ama günyüzüne çıkamaz eski günler. Mahalle bakkalının veresiye defteri gibidir işte, kimi sayfası karalanmış kimi sayfasında da ödenmemiş borçlar biriktirir. Yüksek topuklu ayakkabıların arkasından yürünmüş ve tabanları delinmiştir ömrün. Kentsel dönüşüme girmiştir çok şey ve alında kırışıklıklar kat üstüne kat çıkmıştır. Kaldıysa eğer dişine, dökülmediyse saçına sevinir insan. Geriye kalan sadece bunlardır gençlikten. 
Aynanın karşısında her sabah baktığında görmek istediğini değil de görmek zorunda olduğunu görmektir gençliğe özlem. Eski defterleri yeniden açıp yaşanmış bir kaç güzel günün eteğine saklanıp da ihtiyarlığın yağmurundan korunmaktır. Kaf dağının ardına selam söyler bütün eski mektuplar, şiirler ve resimler.
İnsan yaşadığı günlerden bir mutluluk bulamazsa tutar  eski bir güne radyonun frekansını ayarlar ve tek katlı evlerin bahçelerine kurulmuş bir salıncağa uzanıp kulağını Müzeyyen Senar'a uzatır:
Geçti sevdalarla ömrüm, ihtiyâr oldum
bugün Ak pak olmuş saçlarımla bî-karâr oldum
bugün Bir muhabbet neş'esiyle ilkbahâr oldum
bugün Ben huzurunda yer öptüm, 
tacidâr oldum bugün. 

Hoşçakalın.