İNSAN nitelikleri bakımından farklı yaratılmıştır. İnsanı dizayn eden kudret, insanın yaşayacağı dünya şartlarını da titizlikle yaratmıştır. İnsanlık tarihi ne zaman başlamıştır, nerede başlamıştır ya da hangi milletle ve dille başlamıştır konusu bugün kesin olarak açığa kavuşmuş değildir.
Her kavim bu hususta kendi atalarını övmek yarışında olup, buna dair kanıtlar bulma uğraşı ile meşguldür. Elbette milletlerin bir tarihi, bir yükselişi yahut düşüşü vardır. Haritalar binlerce yıldır değişmeyi sürdürmüş ve değişim mutlaka devam edecektir. 
20. Yüzyılın  ilk çeyreğinde ortaya çıkmış olan üstün ırk arayışları, dönemin iktidarlarının kendilerini eski ari ırklara bağlı görmesi/göstermesi yahut buna inanması ikinci savaşın başlamasına vesile olmuştur. O yılların genç Türkiyesi de bu arayışların etkisinde kalmış ve bazı antik kültürler bizzat devlet eliyle  araştırılmak üzere kurumlar teşekkül ettirilmiştir. 
Türk milleti ile bağları kurulmak istenen eski Mezopotamya uygarlıkları için Muazzez İlmiye Çığ, Maya yahut Kızılderili uygarlıkları için de Tahsin Mayapetek görev yapmış, bilimsel olarak raporlar ortaya koymuşlardır. 1930’ların ezoterik dünyasının etkisinde yazılmış olan bu bilimsel makalelerin  ve donelerin hizmet ettiği amacın ne olduğunu bugün anlama şansı olmayan bir nesle bu verilerle hitap etmeye çalışan bir kesim türemiştir. 
Ülkemizde ümmetçilik ya da İslami anlayışa zıt bir akım olarak ortaya konulmak istenen bu mitolojik durumun amacı tarihi araştırmak, gerçeği bulmak değil, rahatsız olunan iktidarın gücünü kırmak ve dini unsurların önünü kesmektir.
İktidar sahibinin Malazgirt anlayışına karşı çıkmak üzere ortaya atılan Anadolu’da 13.000 yıllık Türk tarihi savı bilimsel  temeli olmayan bir ütopyadan ibarettir. İslamiyet sonrası Türklüğü bir türlü içine sindiremeyen bir zihniyetin tarih içerisinde kendisine temel arama çalışmasıdır. Tarih gibi bir bilim alanını tahrif etmek, yeni mitler teşekkül etmek gibi bir alışkanlığı olan Adolf Hitler’in dünyayı kasıp kavurduğu örneğinden yola çıktığımızda, kafatası milliyetçiliğinin yani şovenist söylemlerin insanlar arasındaki bağları kopardığını, düşmanlıklar tesis ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. 
Diğer yandan bir Türk imparatorluğu olan Osmanlı ile örnek verirsek İslami esasa dayalı hoşgörü ile birden çok milleti refah içerisinde yaşattığını tarihin sayfalarında bulabiliriz.
İslam dinini teblig eden son peygamber veda hutbesinde ne güzel izah etmiştir: Arabın Arap olmayana üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâdadır. 
Bir insanın hangi milletten olduğu değil, insanlığa faydasının ne olduğu önemlidir. Özünde hiçbir insani vasıf bulundurmayan bir insanın sadece sözüyle tasdik ettiği milliyetçilik yere batsın. 
Sonuç olarak tarih bir saplantı alanı  değil, ders çıkarılacak bir bilimdir. Gecmişin değiştirilme şansı yoktur. Geleceği şekillendirmek için gereken ise yalnızca çalışmaktır.
Muhtaç olunan kudreti damarlarında taşıyanlar çok konuşanlar değil bu ülke için çalışanlarıdır. 
Saygılarımla.