İKİ gün sonra buruk bir bayram yaşayacağız. Oruç tuttuk fakat bayram etmek nasip olmayacak. Bayram dediğin şey öyle sadece kendinle barışık olmak, ailece bir haneye hapsetmek değildir. Bayramlar milletimiz için oldukça önem arz eder. İster milli, ister dini bayramlarımız olsun her birinin kendisine has hazırlık safhası ve kutlama şeması vardır. 
Geçtiğimiz ay 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı coşkusunu yavrularımızla birlikte yaşayamasak da o özel günü unutturmamak adına balkonlardan bayraklar sallayıp, hoparlörlerden söylenen İstiklal Marşımıza eşlik ettik. Aynı şekilde 19 Mayıs ATATÜRK’Ü Anma Gençline Spor Bayramını da benzer şekilde kutladık. 23 Nisan Bayramının heyecanı bir ay öncesinde başlar, her okul özel kıyafetler diktirerek rengarenk armoni oluşturur, her okul ayrı ayrı gösteriler sunarak hem çocuklarımızın hafızasında derin izler bırakır, renk cümbüşü betimleriyle  milletimize nesiller boyu yaşanacak bahar mevsimlerinin umudunu ve coşkusunu yaşatırdı. Keza 19 Mayıs içinde bu durum geçerliydi. 
Yaşları farklı olsa da bu güne has çalışmalar tıpkı 23 Nisan’da olduğu gibi bir ay önce seçmeler yapılır, yarışma kategorilerine göre öğrenciler seçilir ve gençlik hayatlarının ilk yarışını stadyumları dolduran Türk milletinin karşısında sergileme fırsatı bulur, özgüven kazanırdı. Bu gençlerinde 19 Mayıs Bayramına özel kıyafetleri olurdu. 
Tabi ki Dini bayramlarımızın heyecanı daha farklı yaşanır, hele de çocuklar için ayrı bir anlam ifade eder, Bayrama bir hafta kalası aileye bir telaş düşer, halkımızın en fakiri bile çocuğuna bayram sevinci yaşatmak için illaki bir şeyler alma mecburiyetine düşerdi. Arefe günü akşamı ellere yakılan kınalar, sabah yıkandığında bayrak kırmızısına dönüşmüşse o masum ellerin en güzel süsü olurdu. Gurbette yaşayanlarda farklı bir telaşa düşer sıla ve sevdikleriyle hasret gidermek için üç günlük bayram için ne büyük zahmete girerlerdi. Aile büyükleri bayramdan bir gün evvel mezarlığı ziyaret eder, etrafını temizleyip kırık dökük aile mezarlarının bakımını yapar, bir gün sonra da çocuklarını, torunlarını da alarak bayram namazından sonra ilk iş olarak mezarlıklar ziyaret edilir, çocuklara ve gençlere hangi mezarda kimin yattığı anlatılırdı. İnsanlık ve İslam tarihi bir ilki yaşadı. 
Salgın hastalık sebebiyle ne 23 Nisan coşkusunu, ne 19 Mayıs bayramını ne de Ramazan ayının hazzını yaşayamadık. görülen o ki, Oruç bayramını da buruk geçireceğiz. Kapımızı kimseler çalmayacak, çocuklar şeker ve harçlık toplayamayacak, mezardaki ölülerimiz bile o gün garip kalacak. Herkes kendi özlemiyle hüzünlenecek, tüm gözler ve kulaklar telefonda, sosyal medya aracılığıyla sanal kucaklaşmalara şahit olacak. Korkarım bayramlarımızda bile aramızda mesafe olacak. 
Ülkemizde bu acı gerçekler yaşanırken, mübarek ramazan günlerinde sözde Müslüman bir kadın Tv ekranlarında başı kapalı, beyni çıplak sözler ederek; bir liste oluşturduğunu itiraf emekte sakınca görmedi. 
Ölüm listesi hazırmış…
Bu liste hazırlama işi daha önce de Tv ekranlarında gündeme gelmiş, kimin kime oy verdiğiyle alakalı bir tartışma yaşanmıştı. 
En üzüntü ve utanç verici olanı ise, bu kişiler hakkında her hangi bir yasal işlem yapılmaması…!   
Bende oturup düşündüm, bir liste hazırlamaya karar verdim. Madem öyle hodri meydan…

İsmail çavuşu almadan 
ben o Cennete girmem...!
 
Kurtuluş savaşında Yunanlılara karşı aynı bölükte savaşan üç Yozgatlının öyküsüdür bu. 
Savaş sonrası gazilerimiz köy odalarının başköşesinde ağırlanır, onların harp hatıraları çıt çıkmadan dinlenirdi. Sorgun Mehmet Beyli köyünde Tek Mehmet lakabıyla anılan Mehmet Ağa Kurtuluş Savaşı hatıralarından bir kesit anlatıyor, sözü arkadaşı İsmail çavuşa getirerek onun ne denli babayiğit ve cesur olduğuna vurgu yapıyordu. Tek Mehmet yalan konuşmaz, ahlakı düzgün, örnek şahsiyet olduğu için Tek Mehmet olarak anılırdı. İsmail çavuşun kahramanlığını anlatırken şöyle diyordu; Analar ne yiğitler doğuruyor, İsafakılı köyünden İsmail çavuş süngü harbine girdiğinde, süngüyü Yunanlının göğsüne saplıyor omzunda arkaya atıyor, sanki kırda çiğdem söküyor…
Tam o esnada odada bulunan boşboğazın birisi; Mehmet çavuş, bu anlattığın İsmail Çavuş Alevi miydi, Sünni mi?.
-Sana ne?
-Hani İsafakı köyü Alevi-Sünni karışık ya o sebepten sordum…
Tek Mehmet yeniden hiddetlenerek “sana ne, sen onun yüreğindeki vatan aşkını görsen insanlığından utanırsın. Şu sözüm ALLAH’A ayandır, Eğer ki cenabı ALLAH bana bu dünyada Cennet Beratımı versin, hem vallahi, hem billahi İsmail Çavuşu almadan ben o Cennete girmem” der.  Aynı cephede yakın köylüsü Ali Çavuş da vardır. Top mermisinin patlaması neticesinde İsmail Çavuş dizkapağından yaralanır, askerlerimizin geri çekildiğini fark eden Ali Çavuş bir hışımla hemşerisi İsmail’i sırtına aldığı gibi gerisindeki mevziiye bırakı ve süngü harbine devam eder.    
Buna benzer bir başka öykü; Papa EFTİM’İN hayatı ve Türk milleti için tüm Hıristiyan alemine cephe alarak “Dinim Hıristiyan olabilir, ben Türküm, canımda kanımda bu vatan millet için helal olsun” diyecek kadar millet şuuruyla yaşamış, çocuklarını Hüseyin Nihal ATSIZ tedrisatından geçirecek kadar da samimidir.
Çanakkale’de Türk milletinin namusu sayılan sancağı kurtarmak uğruna bedenini siper eden Kababel köyünden Haydar çavuş da benim listemde. Çekerekten Kara Kezik ninenin torunları, Boğaz Cumafakılı köyünden Molla Seyit’in akrabaları, Kavurgalı köyünden Cennetin Efesi, Horuk köyünden Nöbet tutan Yunan askerinin kafasını koparıp, İsmet Paşanın önüne koyarak; DÜŞMANIMIZIN ÖMRÜ BU KADAR OLSUN PAŞAM” diyen Mustafa Onbaşı…. Adları bende sıralı nice ecdadımın emanetleri var, sakın ha sakın bunların torunlarının kılına zarar gelmesin..! hem vallahi hem billahi tıpkı Haydar çavuşun sancağa gövdesini siper ettiği gibi göğüs gererim, bu emanetlerin kılına zarar getirtmem. Hem iyi günde hem de kötü günlerde onlar benim can dostlarım. Kucaklaşacaksam da onlarla kucaklaşırım, Bayramlaşacaksam da bunlarla bayramlaşırım. Ben herkesle anlaşırım da, kardeş katillerine karşı kanımın son damlasına kadar savaşırım. Tüm etrafımız düşmanlarla çevrili olduğu halde siz kimin listesini yapıyor, kimin tetikçiliğine soyunuyorsunuz?
Bu iş öyle özürle, filan kapatılacak bir konu değil. Mübarek ramazanlık günü başın kapalı olsa ne yazar, beynin çıplak. Acı ama gerçek, bu kadın ile benzer düşünceye sahip etrafımızda da asalaklar mevcut. Bu tür zır cahiller yüzünden herkes birbiriden korkar hale geldi. Yargı mensupları böylesine hassas konularda, milletin birliğini bütünlüğünü ve güvenliğini tehdit eden alçaklara karşı neden harekete geçmez.?
Biri çıkat Ekranlarda KATİL DEVLET der, diğeri çıkar, Türklük Türkçülük günah der, bir diğeri çıkar TC’nin kurucusuna hakaret eder…
Bu sıfatsız, suratsız kişiler birileri tarafından özellikle mi seçilip servis ediliyor?.

* * *
Ramazan Bayramınızı en içten dileklerimle kutlar, sağlık ve mutluluklar dilerim...