Oğlum… at arabasına binmiş bizlere elleriyle bay bay
ediyordu. Köyün bağlarına geldik.
Küçükken aldığım o mis kokular hiç özelliğini kaybetmemiş yine aynı güzellikte kokuyor.
Bağa götürdüğümüz yufka ekmekle içine yeşil soğanla, çökelek koyarak birer dürüm yaptık, bir elimizde yeni koparılmış taze salatalık,  sanki kıtlıktan çıkmış gibi çatırtarak yiyorduk.
Bağa geç gittiğimiz için topladığımız mısırları da akşam evde közleriz diyerek toparlanıp köye döndük.
Bayılırım köyümün havasına, suyuna, güzel manzarasına.
Erik, elma, armut, vişne, kaysı, üzüm biten bağına.
Mavi görünümlü Gelingüllü Barajı’na serilen balık ağına.
Benim Sılam, Güzel Yurdum, Şirindir Köyüm.
Ertesi gün… Annem, halam ve eniştemle tarlaya nohut yolmaya gittiler. Biz de Köye yaz tatilinde Adana dan gelen Uğur ağabeyi alıp, kasabamız olan Osmanpaşa’ya bir arkadaşı ziyarete gittik.
O arkadaşta, Almanya da  çalışırken kaza geçirip beli kırılmış ve felç olmuştu..
Arkadaşımızı kahvede bulup konuşmak istedik. O da
“eve gidelim orada daha rahat konuşuruz” diyerek bizi eve götürdü.
Yabancıları “elin gavuru” diye beğenmeyiz.
Beğenmediğimiz o gavur, arkadaşımıza villa gibi bir ev yaptırmış.
Elle kullanılan bir araba vermiş, en az İki üç… evi geçindirecek kadar maaş veriyor.
İşte insanlık bu. Ne kadar da özlemişiz böyle işleri, ve insanlığı...
Uzun bir sohbetten sonra müsaade isteyip, oradan ayrıldık.
“Akşama vakit var, baraja gidelim. Suyun içinde kalan
Caminin minaresini görmek istiyorum.
Akşama da biraz balık satın alalım.” dedim.
Oğlum hemen lafa karıştı:
“Hani balığı biz tutacaktık ya? ”
“Daha sonra hazırlıklı gideriz.” dedim.
Esenli kasabasına geldiğimizde arabamıza biraz benzin aldık. Oğlum:
“Baba bizimde benzinimiz… bitti.” diyerek bir şeyler ima ediyordu.
Ne demek istediklerini  anlamıştım. Onlara biraz para verip:
“Siz de karşı bakkalda benzininizi… alıp, gelin .” dedim.     Barajın içinde kalan caminin minaresini, suyun içinde adeta yarış  yaparcasına gezen motorlu kayıkları uzun bir müddet seyrettim.   Sonra, Uğur ağabey.
“Sizi, tereyağı ile bal yiyeceğiniz bir yere götüreyim.” dedi.
Hemen arabaya binerek Gelin Güllü köyündeki bir arkadaşına gittik.
Kısmetimiz olan bal ve tereyağından yedikten sonra, köyümüze doğru yola çıktık. Oğlum birden bağırarak:
“Baba, hani balık alacaktık? ”
Kısmet değilmiş Oğlum, diyerek geçiştirdik.
Şu Allah’ın işine bak, balık için geldik, tereyağı ile bal kısmetimizmiş onu aldık gidiyoruz.
Ne yaparsan yap kısmetten fazlası olmuyor. O günkü kısa gezintimiz hayırlısı ile tamamlanmıştı.
Eve geldiğimizde, yeni gelen misafirlerle karşılaştık.
Vilayetten dayımın oğulları gelmişler.
Buna çok sevindim. Çünkü tekerlekli sandalyemle köyün her tarafını gezmek istiyordum.
Bu gelen yeğenlerim beni  gezdirmeyi çok istiyorlardı, sevincim ondandı. Başka birilerine:
“Beni filanca yere götürebilir misiniz? ” desem, belki götürürdü ama naçardan… gittiğini anlarsınız, bu yüzden “samimilik” çok önemliydi benim için.
Misafirlerle hoş beş ettikten sonra, akşam yemeğinin hazır olduğunu söylediler. Tandırlığa geçerek yemeğimizi yedik. Çayımızı içip, sohbet ederken, kulağımıza ekinleri öğüten patos…
Sesi geliyordu. Çocuklara seslenerek:
“Çayımızı bitirince, harman yerine gidip, patosa nasıl sap atıyorlar birlikte seyredelim.” dedim.
Sanki benim lafımı söylememi bekliyorlarmış gibi ağızlarının yanma pahasına bardaklarındaki çayı acelece içerek,
“Biz hazırız.” Deyip dışarı çıktılar.
Benim yarım kalan çayımı da elimden alarak “sonra İçersin” diyerek yola çıktık.
“Yol boyu gitsek uzun sürer, şu kestirmeden gidelim.”diyerek dereden tepeden harman yerine geldik.
Patosun sesi, traktörün sesi kulağımızda patlatırcasına çok  gürültü yapıyordu. Ancak işaretlerle konuşup anlaşabiliyorduk.
O anda, işitme engelli kardeşlerimin sıkıntılarını… daha iyi anlayabiliyordum.
Gökyüzündeki parçalı bulutları, bunların arasından süzülen dolunayı ve yıldızları da gözden kaçırmıyor, olup bitenleri seyredip, gecenin serinliğinde köyün kokusunu alıp tadını çıkartıyordum.
Saat epeyce geç olduğu için yine gittiğimiz dereli tepeli kestirme yoldan eve geldik.
Yataklarımız hazırlandı. Çocukların yastık yorgan şakaları  derken herkesin uyuması derken. 
Ben yine uyuyamamıştım.  Çünkü, acıda geçse, tatlıda geçse o günü yargılamam… gerekiyordu.
Kendimi dinleyip…  anlayabiliyor  bu yüzden geceleri seviyordum.
Sabah oldu, gün ışımıştı. Kahvaltıdan sonra, balık tutmak için hazırlandık. Orada aç kalıp birbirimizi de yememek için yiyecekler alıp rasgele… diyerek benim tekerlekli… sandalyeyle üç-beş kilo metrelik yola çıktık.
Düz yol çok uzak  olduğu için kestirmeden  Engebeli yollardan geçerek gidiyorduk.
Zaman zaman “Gitmesek mi? Çok mu uzak olur?” gibi kararsızlıklar yaşadıysakta, sonunda kazasız, belasız baraja geldik.
“Normal yollardan gelsek belki daha çabuk gelirdik...Bir diğer  taraftan da iyi bir macera oldu..diyorduk” diyerek birbirimize bakıp gülüşüyorduk.
Ben de çocuklara uymuş, arkadaş olmuştum.
Oltalarımızı suya atıp kısmetimizi beklemeye başladık.
Bir taraftan da yanımızda götürdüklerimiz yiyecekleri yiyorduk.
Bu kadar engelli… yoldan nasıl da geldik, hala hayret ediyorduk.
Evet, o kadar engelli yoldan geldik hiç bir şey olmadı, barajın kenarına gelince benim sandalyemin tekeri patladı.
Bu şekilde geri dönemeyiz diyerek dönüş için çareler üretmeye başladık.
Oğlumu  halamın oğlu Gökhan ile köye gidip, Uğur ağabeyi bulup arabayla… bizi almalarını söyledik.
Oğlum’la  Gökhan da köye gitmiş ve oyuna… dalarak bizi unuturlar.
Bekliyoruz, gelen giden yok. Bir taraftan da çocuklar için endişeleniyoruz. Akşam olmadan bir çare bulmamız gerekiyordu.
Uzakta, Alcı köyünün tarlalarında ekin biçen bir biçer-döver gördük.
Onlarda lastik tamiri için malzeme bulunur diyerek, tek teker üzerinde arabamızı sürerek biçerin yanına geldik.
Biçerciye durumu anlattık.
“Görüyorum, hallederim.” diyerek lastik tamiri için işe koyuldu. Hamd olsun, işlerimizi hallettik. Çay kaynattılar, çayımızı içiyor  bir taraftan da  sohbet ediyoruz.
Çocuklar için de endişemiz had… safhasına vardı.
Yolumuz uzak, akşam olmadan köye gidelim, diyerek çay ve lastik tamirleri için teşekkür edip , oradan ayrılırken, uzaktan bizimkilerinin geldiğini gördük.
Beni arabaya bindirdiler. Hep birlikte köye gelirken, Uğur ağabeye arabanın yönünü çevirmesini söyledim.
“Balık tutamazsak ta  satın alırız.”deye gülüşerek, balık satın alıp köye geldik.
Annem, halam ve eniştem bana kızıyorlar. Beni bir dövmedikleri… kaldı.
“Ben kocaman adammışım, vay efendim çocuklara uymuşum...”
Bana demedikleri kalmadı. Söylenenlere aldırmıyordum.
Çünkü…Çocuklar mutluydu, ben mutluydum.
İçimizdeki duyguları… anlayamadıkları için
“Siz haklısınız, bir daha olmaz.”diyerek ortamı yatıştırmaya çalışıyordum.
Selam ve dua’larımla.