Ölümsüz sabahların çocuklarıydık biz sevgili ve nice bakir yaşamların tek anahtarı kalplerimizdi... Bir gece yarısı "tam onikiden vurulduk" sevgili...
    Korkmalar, ayrılıklar, kavuşamayan, buluşamayan bütün sözler ve gurbet köşelerinde bütün kimsesiz ölmeler bize kaldı sevgili...
     Herkes yazıyor ve herkes bir şeyler söylüyordu; yazdıklarını ve söylediklerini, bütün eksik tümcelerini biz dolduruyorduk, en çok bize yakışıyordu çünkü aşk. Titrek bir iklimde sımsıcaktık, sevdaya buzdan kaleler ördüklerinde güneşten daha da güçlüydük, akardık, karışırdık şırıl şırıl el değmemiş nehirlere, sevgilere. Denizin ortasında kaynak suyduk, ne kadar tuzlu yaşam varsa kararını, aşkın ayarını dağları deler biz bulurduk. Ah! Ne vardı bu tatlı yaşam öykümüze girmeselerdi, sevginin, vuslatın şah damarını kesmeselerdi...
     Aşkın masum çocukları bizlerdik. Yüzümüzde gül goncası arlar, yanaklarımızda elma şekeri tatlar barınırdı. Her şeyimizi acımsı ve karamsı zamanlara sattılar sevgili...
     Yollar, dağlar dile gelse ve sevda gökten yere inse bütün çocukluğumuzu, masum sevmelerimizi bize verse yine olmaz sevgili. "Sevda" tanıklık eden her şeyi tuzla buz eder bu mevsimde ve romantik bütün sevmelerimiz yaz ortasında kışa döner sevgili. Ümidimi sakın yitirdiğimi düşünme fakat o sevgi, fakat o sevda artık çok korkak sevgili... Aşk goncalarımızın, çılgınca sevme zamanlarımızın ve işte o sevdanın katledilmediği, renklerin ebemkuşağında dans eden, deli dolu zamanların mert çocuğu “aşk” yok artık sevgili...
     Şimdi eteklerinden, şimdi gözlerinden ve şimdi bütün dileklerinden usulca gidiyorum sevgili. Sözüm söz her şeyin hesabı mahşere kalsın sevgili...