GÖKYÜZÜ  bulutlu, yağmur  yağdı  yağacak. Bu  arada   koca  bir  şehir  göründü. Bir  taraftan da  Can  gül  kuşu…  kendi  kuş  dilince  konuşuyordu. 
Sabırlı  olun…  Can  kuş  isimli güvercin’in ne  söylediğini  size  tek  tek  onun  dilinden  anlatayım. 
Cig  cik , yok  cek  cek  olmadı  değilmi? 
Hiç  bir  şey  anlamadınız.  Ben  en  iyisi  size  kendi dilimle tercüme  edeyim;
“Her  taraf  taş  binayla  dolu.   Köydeki  yalçın  kayalı  dağlardan  kaçtık  enginli  yüksekli  kocaman  kocaman  binalara  düştük”  diyordu. 
Şehri  şöyle  bir  turalayıp  gezinti  yaptı. 
Daha  sonra  şehrin  girişindeki  “gecekondu”  denilen  evleri  görerek:
-Buralar  bizim  köyün  evlerine  çok  benziyor.  Burada  harman  yeri  tandırlık , ahır  gibi  yerler  yok ya  olsun  bakalım. Burada  biraz  mola  verip  konaklayalım, diye  söylendi.
Aaaaa!...  ben de  buraları  biliyorum.  Eğer  yalan  söylüyorsam.
Altı  pişmiş  ekmekle  yetmiş  kavunu  yiyeyim!... 
Evlerinin  kömürlüğünde  güvercin  besleyen  bir  çocuğun  güvercinlerinin  arasına  destursuz  konarak  katıldı.
Diğer  güvercinler  davetsiz  gelen  misafiri  sanki  hiç  fark etmediler. 
Bazı  güvercinler  arada  bir  Can güle  saldırarak  aralarından  kovmak  istiyorlardı.  Ayağı  kanat  gibi  tüylerle  kaplı  çavşırlı  denilen  Süt  Beyaz  güvercin  Can güle  arka  çıkarak  onu  korumaya  aldı:
-Sen  bunlara  aldırma  onlar  hep  böyleler  ne  misafire  saygı  duyarlar  nede  bir  garibe  yardımcı  olurlar!...  Gel  şu  elektrik  direğine  çıkalım da  sakin  kafayla  biraz  konuşalım.  Nerden  gelir  nereye  gidersin?... dedi.
Can kuş  diğer  güvercinlerden  gördüğü  ilgisizlikten  üzülerek:
-Benim  adım  Can gül.  Arkadaşlarının  yaptıklarına  çok  üzüldüm.  Halbuki  İyiliğe, Dürüstlüğe  yeter  olur mu?...  Sen  onlara  benzemiyorsun.  Daha  saygılı  ve  daha  sevgi  dolu  ve  anlayışlısın.  Bu  sıcak  yakınlığın  onu  gösteriyor, dedi.
Birlikte  Köy  diyerek…  Saygı, Sevgi, Sevda  dediler.  Hasreti de  unutmayarak.  En  önemlisi de  Vefa , dediler. 
Aralarında  kopmayan  saygın  bir  Sevgi  oluşturarak  birlikte  Sevda…  harmanı  savurdular.
Merak  etmeyin  evlendiklerinde  size de  davetiye  getirirler.  O zaman  sizde  bol  bol  halay  çeker,  Kına  gecesinde; 
Kınayı  getir  aney, kınayı  getir  aney.
Parmağın  batır  aney, parmağın  batır  aney;  yada.
Yüksek  yüksek  tepelere  ev  kurmasınlar… 
Aştı  aştı  memlekete  kız  vermesinler  diye;  urelenerek…  tempo  tutarsınız.
Türkülerin  devamını da  siz  söyleyip  oynarsınız.
(!...)
Ne  oldu  gene  neye  tırstınız?  Biliyorum  
“kuşları da  evlendirip  kına  gecesi  yaptırdın ya  helal  olsun”  diyorsunuz  değilmi? 
İyi  işte, güzel  yapmamış  mıyım?  Allah  için  seven  iki  gönül’ü  bir  araya  getirip  bir  yuva  kurmuşuz , keşke  herkes  bir  garibin  elinden  tutup  yuvalarını  kurmalarına  vesile  olsalar  kötümü?...
Düğün  dedim de…  şehirlerde  karışık  yapılan  kapalı  estetikten  uzak  meşrubat  kuru  pasta  ve  kulakları  tırmalayan  bozuk ses düzeni sesli  gürültüden  ibaret “biz  yaptık  oldu”  diye  yapılan  salon  düğünleri.  Helalle  haramın  bir  arada  bulunarak  yapılan  bir  tören  yerleri, biraz  kurcalayalım. 
Daha  temiz  ve  daha  güzel  kültürel  faaliyetleri  yerine  getirebilmek  için  güzel  yerlerde  yapılmaya  başlandı  ama  elbette  yeterli  değil...
Önemli  olan.  Bizim  öz  kültürümüzde  inancımızda  ve  törelerde  olmayan  bu  yerleri  kendi  kültürümüze  uyarlamak.   
Köylerden  şehirlere  yapılan  göçten  dolayı  evlerin  ve  yerlerin  darlığı  nedeniyle  zaruri  olarak  yapılandırılan  bu  yerler  bizlerin  düğün  gibi  değişik  toplantı  vs  alanları   olarak  biz  insanların  imkanlarına  sunulmuştur. 
Köyler de  köy  odaları  vardır.  Erkekler  oralarda  toplanır  sohbetler  yapılarak  değişik  oyunlar  sergilenir.  Hanımlarda  gelin  ve  damat  evinde  toplanarak  onlarda  oralarda  yörelerine  ve  törelerine  uygun  bir  şekilde  eğlenerek  düğün  ihtiyaçlarını  giderirler. 
Diyeceksiniz ki  burası da  Köy  değil?  Şehir…  apartmanın  beşinci  katında  yüzlerce  davetliyi  toplayamayız ki , haklısınız.
Beğenseniz de  beğenmeseniz de  Zorunlu  olarak  bu  salon  düğünlerine  katılıyoruz. 
İyi  güzel  ama!…  benim  rahatsız  olduğum  salonlara  değil.  Bu  ortamı  kendi  kültürümüze  inancımıza  ve  zevkimize  uygun  kullanamayışımızadır?... sizlerinde  bu  ortamlardan  rahatsız  olduğunuz  birtakım  şeyler  vardır. 
“Ne  yapalım  o zaman?”  dediğinizi  duyar  gibiyim.  Olumlu  veya  olumsuz  yönlerinden  biraz  anlatalım.
Örnek mi?  Buyrun. 
Gürültülü  müzik  eşliğinde  salonun  bir  kenarında  sahne  denilen  yerde  kız  erkek  karışık  horon  tepiyorlar, bir  çokları da  müzik  gürültüsünden  bir şey  anlayamayarak  “beni de  oynarken  görsünler”  diye  oda  sahneye  çıkıp  kendine  göre  oynuyor. 
Bizim  yakın  Köyümüzde  fadti  diye  biri  vardı  radyodaki  hava  durumuna da  oynuyor  haberlere de,  oynuyordu.  Onun  gibi  buradaki  durumda  aynen  böyle.
halay mı  çekiliyor  yoksa  oyun mu  oynanılıyor, açıkçası  kimin  eli  kimin  cebinde  belli  değil…
Karışık   kuruşuk  oynanılan  bu  düğünlerin  birinde  ailece  oturuyor  ortamın  gürültüsünde  sağa  sola  aval  aval  bakıp  düğünün  tadını  çıkartıyorduk.
Sahnede  kendine  göre  iyi  bir  elbise  giyindiğini  sanan  yarı  çıplak  genç  bir  kız  gençliliğinin  verdiği  çılgın  duygularla  yaptığı  değişik  hareketler , ona  bol  bol  hingilim  (belirsiz  oyun)  atarak  oradaki  gençleri  baştan  çıkartıp  bir  birine  düşürmesine  yetti , daha  sonra  salondaki  davetliler de  eşlik  ederek  ortalığı  meydan  muharebesine  çevirdiler. 
Vatan mı  kurtarıyorlar?  Yoksa  namuslarını mı?
Bu  belli  değil , belli  olan  tek  bir şey  vardı  oda  Allahın  emri  olan  bu  evlilik  düğününü  farkında  olmadan  sabote  etmeleriydi. 
Tabiî ki  her  düğün  böyle  kavgalı  değildir… 
Kavgasız  bir  başka  düğüne  geçelim. 
Gelinle  damadı  bir  kenara  dikerek  gelen  davetlilere  “buyurun  hayırlı  olsun  deyin  hediyelerinizi de  takın”  diyerek.  Gelinle  damatla  tokalaşıp  ve  kucaklayarak  öpüşmelerini  sağlamaları. 
Garibim  damat…  daha  eli  eline  değmediği  koklayamadığı  gelini , düğüne  gelen  misafirlerle  el  verip  kucaklaşarak  tebrik  etme  niyetiyle  koklaştırılıyorlardı!…             
Yeni  doğmuş  tavuk  veya  kuş  yavrularını   elimize  alıp  sevmek  veyahut  koklamak  için  elinize  aldığınızda  bir  mühlet  sonra  pörsüdüğünü!...  görürsünüz.
Bu  gelinle  damatta  biz  insanların  çiçeği  burnunda  yavruları,  gülleri  değiller mi?...  
Birde  kalkıp  “nesil  bu  kadar  niye  bozuldu”?…  büyüğün  küçüğe  Sevgisi  kalmadı  küçüğünde  büyüğe  Saygısı”  diyoruz. 
Halbuki  bazı  değerlerimizi  farkında  olarak  veya  (küçük)  görüp  hafife  alarak. 
Gülleri  ta  başta  soldurup  çürümüş  gül  yetiştirmeye  çalışıyoruz?..
Bir  başka  düğünden de   daha  bahsedelim. 
Salon  dediğimiz  bu  yeri  seyyar  perdelerle  ikiye  bölerek, kadınlar  bir  tarafta  erkekler  bir  tarafta. 
Düğüne mi  gidiyorsun?  Yoksa  hücreye mi?..  giriyorsun  belli  değil 
Ben   ailemi  çoluğu mu  çocuğu mu  görmek  istiyorum  ancak  “falancanın  hanımı , yada  beyi  ziyaretçin  var  dışarıya  çay  bahçesine”  diyerek  Asker  ziyareti  gibi  çağırtıyoruz  çünkü… ailenle yan yana  kalamıyorsun.
Her  şeyi  bu  kadar  oyuncak  etmek  zorunda mıyız?...  Akla  mantığa  ve  inancımıza  daha  uygun  güzel  cazip  hale  getiremezmiyiz?.. 
Hakkınızı  helal  edin.  Çok  acımasız  şeyler  yazılmış  diye  düşüne  bilirsiniz!.. 
Bende  zaten  düşünesiniz  diye  yazdım.  Bana  katılır  katılmazsınız, onu da  çok  değerli  siz  okuyucuma  bırakıyorum. 
Hadi  önce  Saygıyı  Sevgiyi  Edebi  Erkanı  İnancımızla  yoğurarak  harmanlıyalım. 
Üretgen  insanların  önünü  açarak  “para”  hırsına  tapmadan  neslimizi  yetiştirirsek…  her şeyin  yerli  yerince  oturduğunu  kendi  gözümüzle  görüp  şahit  olacağız... 
 Selam ve dua’larımla.