ADEM’in cennetten kovulmasının üstünden yıllar geçmişti. Dünya  Adem ve Havva için  bir yuva olmuş,tarlalar ekilmiş,hayvanlar yetiştirilmiş ve çoluk çocuğa karışmışlardı. Ev işleri,bağ bahçe işleri içerisinde çocuklar büyümüş birer yetişkin olmuşlardı. İki kız iki erkek evlat sahibiydiler koskoca dünyanın üstünde altı baş nüfus ile yaşayıp gidiyorlardı. 

Çocuklar evlilik çağına gelmişlerdi ve dördü de kardeş olan bu çocuklar için evlenecek başka eş adayı yoktu. Cebrail uğradı Adem‘e birgün,hal hatır sordu sohbet ettiler. Konu döndü dolaştı evliliğe geldi. Adem bu çetrefilli konuya derman istemişti Rabbinden ve Cebrail bu yüzden buradaydı. Cebrail iletti Rabbin emrini: ilk oğlan ikinci kızla,ikinci oğlan birinci kızla evlenecekti,ikizler biribiri ile evlenmeyecekti. Emir böyleydi,kesindi,emre uymamanın cezasını biliyordu Adem,cennetten kovulmuştu.

Akşam olduğunda çocuklar tarladan ve hayvan otlatmaktan dönmüşlerdi. Sürüleri ve tarlaları sınırsızdı,yeryüzünde ne varsa onlarındı. Akşam yemeğinden sonra karşısına aldı çocukları ve anlattı olacak olanları. Adem’in iki oğlunun mizacı farklıydı,büyük oğlu Kabil sert mizaçlı başına buyruk bir gençti. Küçük olan ise onun tam zıddı uysal bir çocuktu,bir karıncayı  incitemeyecek masumiyet timsaliydi Habil. Duydukları emre hemen itaat etmişti Habil ve en doğrusunu ancak Allah bilirdi. Fakat Kabil emre karşı çıkmıştı. Onun fikrine göre kendisi ile doğan kız kardeşi onun hakkıydı,ayrıca diğer kızdan güzeldi. Hakkı olanı veremeyeceğini beyan etti.

İki arada kalmıştı Adem,bir tarafta yüce yaratıcının emri diğer tarafta canı gibi sevdiği oğlunun isyanı. Gözüne uyku girmedi o gece,düşünmekten yorgun düşmüştü. Kabil’i iyi tanıyordu,zordu onu caydırmak. Keşke o da Habil gibi olsaydı dedi,iki oğlunun kıyasını yaptı sabaha kadar. Ertesi sabah erkenden işlerine gitmişti çocuklar. Karısı Havva ile başbaşa verdiler ,bir çare düşündüler. Gün boyu bütün alternatiflere kafa yordular. Adem’e dahiyane bir fikir ilham olmuştu,bulmuştu çareyi,bulmuştu evlatlarına huzur verecek çözümü.

Akşam yemeğinden sonra aldı çocukları karşılarına ve şöyle söyledi :
Evlatlarım,biliyorsunuz bizleri yaratan ve yaşatan bir Rab var. Yaptığımız işlerde o Rabbin rızasına muhtacız. Evlilik kararını vermeden önce Rabbe bir danışalım,onayını alalım. Şimdi ikiniz de gidip hayvanlarınızdan ve mahsulününüzden bir miktar seçip şu karşıdaki iki tepeye bırakın. Bir günün sonunda ikinizden birinin ‘kurbanı’ kabul olup yerinde bir ateş yanacaktır. Kurbanı kabul olan istediği kız ile evlenecektir. Diğeri ise kaderine razı olacaktır.
Kabul etti çocuklar ve hemen sabahında denileni yaptılar. Kabil sakat hayvanlardan ve bozulmuş tahıllardan oluşan bir kurban hazırladı ve gösterilen yere bıraktı. Habil’in kurban seçimi uzun sürmüştü. Bütün hayvanları tek tek kontrol etti ve en semiz olanları seçti,tahıllardan da en taze ve dolgun olanlarını ayırıp o da gösterilen yere bırakmıştı.
Vakit geceye varmıştı.. Meraklı ve sabırsız gözlerle tepeye bakıyorlardı. Acaba kimin kurbanının yerinde yanacaktı o ateş,işaret kimi gösterecekti? Beklenen vakit dolduğunda Habil’in tepesinde yanmıştı ateş,kurbanı kabul olmuştu. Rabbe şükürler etti Adem,şükürler etti Habil. Sorun çözülmüştü. Kabil de boyun eğmişti ilahi ateşe ya da öyle görünüyordu.

Ertesi gün hayvanları otlatmaya çıkmıştı çocuklar. İkisi de farklı yerlerdeydiler. Kabil yenilgiyi kabullenmiyordu ama elinden de bir şey gelmiyordu. İlahi emir böyleydi,karşı gelmesi imkansızdı. Bu işin üstesinden gelmenin bir yolu olmalı diyordu içinden,bu sorunun başkaca bir hal yolu bulunmalıydı mutlaka. O sırada şeytan yaklaştı kulağına,fısıldadı : Habil ölürse damat adayı kalmayacağı için istediğin kızla evlenirsin. Habil ve ölüm yanyana nasıl da gelmişti bir anda. Bir insanın ölümüne henüz kimse şahit olmamıştı. Nasıl olacaktı bu ? Şeytan onun da yolunu göstermişti,bir taşla kafasını ezecekti. Habil’in bulunduğu otlağa koştu hemen,bir an önce olsun bitsin istiyordu. Bir an önce istediği kıza kavuşmalıydı. 
Kardeşinin geldiğini uzaktan gördü Habil,acelesini de farketti. O da kardeşine doğru yürüdü nereye yürüdüğünü farketmeden. Yerden bir taş aldı Kabil ve vurdu kardeşine,oracıkta can vermişti Habil. Toprağa geri dönen ilk insan olmuştu. İlk kurbandı Habil,açgözlülüğün,hırsın ve tabiki vesvesenin. İlk kan düşmüştü toprağa,o kana bir daha asla doyamadı toprak. Kötü olanın iyi olana karşı ilk darbesiydi ve asla son darbesi olmadı.
Masumiyetin bedelini ödeyen ilk ‘kurbandı’ Habil.