ÜLKEMİZDE Yozgat gibi pek çok ilimiz tarımla geçimini sağlayacak  konumda.. Tarımı terk edemeyiz, tarım ürünlerinin üretiminden vaz geçemeyiz. Tarım ürünleri bizim ekmek kapımız... Modern tarıma, sulu tarıma ağırlık vermek, eski usulleri terk edip alternatif ürünleri geliştirmek zorundayız. Tarım bizim vazgeçilmezimizdir.
Bugünün şartlarında bağcılıktan da vazgeçemeyiz. “Bağa bak izin olsun, yemeye yüzün olsun!..”  Bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur!” gibi atasözlerimiz bizi bağcılığa yönlendirir. Bağcılığımız teşvik edilmelidir. Sebze, meyve üretimi asla terk edilmemeli... Bölgemizde sebze ve meyve geliştirilmeli. Tarım İl Müdürlükleri bu konuda öncü olmalı; örnek bahçeler, örnek bağlar kurulmalı,  bağcılık teşvik edilmeli ve  çiftçiler  sebze meyve üretimine yönlendirilmelidir.Yozgat bir tarım memleketi, tarım ürünlerinin geliştirilmesi gerekir. Tarım ve hayvancılık bölgemizin en önemli geçim kaynağıdır. Çocukluğumdan hatırlıyorum. Evimizde koyun, keçi, büyükbaş hayvanlar eksik olmazdı. Kasaptan hiç et satın almazdık. 
Kışın ve yazın beslenilen bu hayvanlardan bir-ikisi kesilip etleri de kurutularak saklanırdı.Kapımızın önünde tavuklarımız vardı. Evimizde tavuk eti ve yumurtası hiç eksik olmazdı. Hele hele tereyağlı yumurtaların tadına doyamazdık. Süt, yoğurt, kaymak, tereyağı evlerimizden hiç eksik olmayan hayvan ürünleriydi. Zaman zaman tavuklara kıran gelir, hastalığa tutulurlardı. Rahmetli  Safiye Ninem (Kuş gribini bilmeden) bunları keser bize yedirirdi de bizler hastalığa yakalanmazdık...
Küçük bir bahçemiz vardı. Yine rahmetli ninem burayı yeşertir, biberden, domatese her şeyi ekerdi. Sebze adına şehirden evimize bir şey satın alınıp getirilmezdi. Kırım Özü kenarında bir de bostanımız vardı, burası sulanır, fasulye ağırlıkta sebze ekimi yapılırdı. Nane, maydanoz, soğan tırıs giderdi...
Hele bir bağımız vardı ki, dillere destan. Kağnı- kağnı üzüm çekerdik. Bağ beklemeyi, kuşları kovalamayı, tilkilerle oynaşmayı, bağ bozumundan sonra cıngıl toplamayı çok ama çok severdik. Koruğundan yetkin üzümüne, kara üzümden, gül üzümüne birçok çeşidi yetişirdi. Bağ bozumu geldi mi, bizim evde bir şenlik başlardı.
Pekmezin toprağı, şırası, pekmez  köpüğü, pekmez kaynatması bizim için bir maceralı yaşamdı. Ekşisi, çalması, pekmez  köpüğü, çanak çanak dizilen pekmezler bize bir kış boyu yeterdi. Kalan üzümler de samanlıkta saklanır, kış ortasına kadar yenirdi.
    Acıkıp eve geldik mi, ninem hemen sofrayı hazırlar, yoğurt, süt, pekmez, ekşi, turşu ne varsa seferber olur karnımızı doyururdu. Bunları beğenmeyip “yemeyiz” diye ağladık mı:  “Gavurun dölleri size kuzu mu kızartacağım!..”  demesi yok mu, benim en güzel  hatıramdı... Bağcılık ve pekmez biz de bir kültürdü... Hele hele bağ bozumu sanki kültürümüzün bir parçasıydı. 
    Bizim kültürümüzde, bir bağcılık kültürü vardı. Köy-köylü dendi mi, bağ-bostan, tarım ve hayvan üretimi akla gelirdi... Irgatlık kültürünü, harman eğlencelerini unuttuk sanmayın. Değirmen yolculukları, değirmende geceleme, ırgatlık tarlası, harman zamanı bizim için unutulmaz anılardı. Bunlar maalesef kültürümüzden çıkmaya başladı, anılarda kaldı. 
     Bugün bağcılık bitti, bağlar harap oldu, kütükler de sökülüp atıldı. Yerleri tarla tapan... Ekinle uğraşan da azaldı. Hayvancılık tamamıyla bitme noktasına geldi. Köyde dört beşten fazla olan sürü çoğu yerde bire ikiye düştü. Çoğu evlerde koyun, kuzu, sığır beslenmez oldu. Köylü her türlü ihtiyacını şehirden satın almaya başladı. Hatta yumurtayı bile...
     Gençler köyleri terk etti, kalan yaşlı ve ihtiyarlar da bunlarla uğraşmak istemiyor... .. Üretimden uzaklaşmakla kalkınma olmaz. Bağcılığımız yeniden canlanmalı, teşvik edilmeli. Eskimiş kütükler tamamen sökülmeli ve tespit edilen alanlarda bağcılık devam ettirilmelidir. Sebze, meyve üretimi ve bağcılığa önem vermek zorundayız..