Batı kültüründe bir söz vardır ve bu sözün arka planı günümüz insanının arayışlarına, özlemlerine cevap verebilecek bir niteliktedir, “Tanrı kırları, insan şehirleri yarattı”. Bu kısa ve anlamlı söz bir tür meydan okuma, bir tahaddi olarak anlaşılmaktadır. Hangisi daha güzel, tanrının yarattığı mı? Yoksa insanın yarattığı mı? Bu iki yerleşim alanından hangisi daha ünsi, yani hangisi insanın hayatına daha uygundur? Özellikle günümüz insanı, kristal tertemiz bir havada tabiatın ortasında yaşamanın özlemini çekmektedir.
Bugün çağdaş insan, yıldızlarla süslü sonsuz bir gökyüzünün altında, tanrının yarattığı yeryüzünde, flora ve faunanın içinde yaşamayı, şehirde yaşamaya tercih etmektedir. Ancak 20.yy başlarında Nabizade Nazım’la başlayan köy edebiyatında anlatılan köy, köylü olumlu bir yaklaşımla ele alınmıyordu. Gene de Türk edebiyatına sosyal konular, köyü anlatan hikâye ve romanlarla girmiştir. Ulusculuk, Halkcılık, Batıcılık gibi birbirine zıt Cumhuriyet yıllarında, köy hayatını işleyen edebi çalışmalar, özellikle Halk Evleri’nde önem kazandı.
Bizim gibi öğretmen okullarında okuyarak öğretmen olan köy çocukları, Mahmut Makal’ın 17 yaşlarında! Yazdığı Bizim Köy adlı kitabı hayretle, dikkatlice takip etmişlerdir. Köyünden ayrılıp sıla hasretiyle yanıp tutuşan köy çocuklarına Bizim Köy, bir tür ihanet, inkâr, kara çalma olarak görülmüştür.  Ben kendi hesabıma, çok üzülmüş, çok şaşırmıştım. Soyumun sopumun yaşadığı, ekmeğini aşını yediğimiz, suyunu içtiğimiz köyümüze atılan taşlar, doğrusu çok zoruma gitmişti. 
Ancak köy edebiyatı yapanlar şimdilerde ortada görünmüyorlar. Edeplerinden mi, hicaplarından mı orasını ben de bilmiyorum. Televizyonlarda birisi bitmeden yenisi başlayan cinayet, intihar, tecavüz, yalan-dolan, sahtekârlık vb. yüz kızartıcı olaylarla dolu diziler yazmağa yarış ediyorlar. Dahası bir zamanlar hor gördükleri, utandıkları, tiksindikleri köy hayatına, köye gıpta ediyorlar. Bizim Köy’ün, Yaban’ın, Köyün Kamburu’nun pabuçları dama atıldı. Şimdi okuyucular, “Hocam çıkar şu baklayı ağzından, ne demek istiyorsan, düğümle lafın kuyruğunu” diyecekler. Biraz daha sabırlı olun lütfen.
1950-1960 yılları arasında, öğretmen okullarında mandolin çalmak mecburi idi. Bu mandolin denilen mereti sevemedim. Ne olurdu saz çalmak zorunlu olsaydı. Bereket versin, Batı’dan adapte edilen, köyü anlatan okul şarkıları da vardı. Böyle bir okul şarkısı belleğimde yer etti. Hala çok duyarak, yaşayarak söylerim onu. Ötekileri unuttum.

Rüzgâr eser serin serin
Kırların kokusu dolu
Bir kaval çalar hazin hazin
Tozlanır köy yolu

Aslan yürekli köy yiğitleri
Kur’ası çıkar, orduya koşar
Bir gün çavuş olur döner geri
Ağlama nazlı yar!

Bu okul şarkısının anlattığı köy kaldı mı bilmiyorum ama ben hala o köye hasretim. Bende bir köy var yakında, uzakta ben o köye sevdalıyım. O köyde köylü bakkaldan ekmek, polisten tepik yemiyordu! Bu sözün anlamı zayıf olsa da arka planı çok güçlü. Efendim şehre göç edip yerleşen ve polis olan bir köylüye;
— Polis efendi şehirde ne var ne yok, nasıl geçiniyorsunuz? Diye sormuşlar
— Sorma birader, polisten tepik bakkaldan ekmek yiyoruz! Demiş.
Madem söz yarenlik durağından geçiyor, bir tane daha anlatalım oldu olacak. ‘’Dolmuş da bir kişilik yer var. Durakta durdu. Kuyruk uzayıp giden tren yolları gibi. Arkadan elinde şapkası bir köylü, koştu ve baştakilere omuz vurup atladı içeri;
— Hoop, hemşerim kuyruk!..
Diye bağırıp çağıranın haddi hesabı yok. Köylü,
— Ne kuyruğu gardaşım. Siz bizim köye geliyorsunuz, karnınızı doyuruyoruz, çayınızı içiyorsunuz, orda kuyruk-muyruk yok da şehirde mi var? Bu şehirlileri hiç anlamıyorum. Sür gardaşım sür! Uğurlar olsun ağalar!” geçip oturdu boş yere. Bu olayı bizzat yaşadığım için, birinci tekil şahsın ağzından anlattım.
Bu denemeyi Bilge Kral Ali İzzetbegoviç’in Köy ve Şehir hakkındaki düşünceleriyle bitirmek istiyorum.
“Şehir ne kadar büyürse, üzerindeki gök de o kadar ufalır. Şehir ne kadar büyürse cinayetler de o nisbette artar. Din hayata, sanata, kültüre, ateizm ise teknolojiye, uygarlığa aittir.” Teknik, teknoloji, uygarlık şehirdedir. Şehir insanı kalabalığa rağmen yalnızlıktan yakınır. Şehir hayatının monotonluğundan bıkan her şehirli, apartman denilen modern hapishanenin dışında bahçeli bir evde, köyde toprağa yakın yaşamak istiyor. Duyduk duymadık demeyin ey ahali!