AKIL Ruh ve Sinir hastalıkları hastanesinde ki hastaya sorarlar, ''sizce zaman nedir?'' Diye. Hasta düşünür, soruyu soran kişinin gözlerinin içine dalgın dalgın bakarak, “Zaman, ölümü hak etmek için Allah’ın tanıdığı süredir” diye cevaplar. Cevaplayan ister deli olsun, istersen hasta, söylediklerinin bir kısmını aklı yerinde dediğimiz kişiler düşünüp dile getiremez. Onun için deli veya hasta sıfatlarını çok düşünmek ve öyle kullanmakta yarar var. Çünkü veli olanlardan hasta, hasta olanlardan da veli olması yadsınamaz.
Yozgat eşrafından değerli dostum, ağabeyim eğitimci Yusuf Karakaya “Delisinden Velisine Yozgat” ve Türk ve İslam kültüründe önemli yeri olan, şimdilerde tükenmeye yüz tutmuş oda kültürünü anlatan “Ayakta Kalan Köy Odaları” isimli iki eserini gönderdi. Heyecanla okudum.
İki eserde önemli bir çabanın, emeğin mahsulü olduğu belli oluyor. Köy odaları Türk kültüründe önemli bir yere sahip bir geleneğimizdi. Kitabın Takdim kısmında “Bundan 30-40 yıl öncesine kadar köylerde çok güzel sosyal, kültürel ve eğitici faaliyetler gösteren ve görevini başarıyla yapan köy odaları ne yazık ki bugün ortalarda görünmemektedir.” Denilerek köy odalarının önemine vurgu yapılmış.
Türk ve İslam kültüründe uyuşan pek çok noktalardan biriside bu “Oda” geleneğiydi. İkisinde de önemli bir ihtiyacı karşılama amaçlı uygulanan bu gelenek ayrıca köy meclisinin gayri resmi toplanarak köyleri ile ilgili gelişmelerin konuşulduğu, haberlerin yorumlandığı, yerdi. Gençlerin düşünce ufkunu açan yollardan bir olan odaların madde ve mana olarak önemi büyüktür.
Misafir Türk dilinde “konuk” olarak karşılık bulur. İmkânları olan evlerde konuğun olmaması o dönemlerde çok da hoş karşılanmazdı. Çünkü konuk ihtiyacı olan biriydi, ona yardım edilmeliydi ayrıca inanışa göre konuk kısmetini beraber getirir düşüncesine inanılırdı. 
Kitapta Oda kelimesinin doğuşu Prof. Bahaddin Öğel’in “Türk Kültür Tarihine Giriş” adlı eserinde “Çok eski çağlarda Türk beylerinin iki tane çadırı olurdu. Bu iki çadırdan birinde kendi ev horantası barınırken öteki misafirler barınırdı.” Bahattin Ögel’e göre misafirlik anlamında kullanılan bir başka Türk sözü de “muyanlık” olup yolcuların yollarda su içmeleri ve konaklayacakları yerler olarak yapılmıştır.” Diye aktarılıyor.
Odanın yaptığı görevleri de Karakaya şöyle sıralamış; 
Odalarda uzun kış gecelerinde hem vakit geçirmek, hem de bilgi sahibi olmak için kitaplar okunurdu.
Köy de olan mahkemelik işleri mahkemeye intikal ettirilmeden odalarda tatlıya bağlanmaya çalışılırdı.
Köyde veya köyler arasında ki dünürcü lük işlerinde arada pürüzler olursa iki tarafı da kırmadan büyükler tarafından araya girilir ve tatlıya bağlanırdı.
Köy odalarında savaşa katılmış insanlar savaş hatıralarını anlatır, dikkatlice ve saygıyla dinlenirdi.
Köye dışarıdan gelen her türlü misafir burada ağırlanır kaç gün kalacaksa misafir edilirdi.
Kitabı okurken çocukluğumu hatırladım. Dedemin hareketlerini takip ederdim odaya ne zaman gidecek diye. Pek çok torunu içinde bir benim odaya veya konuşmalara ilgili olmama dedem sevinir ve benim kendisini takip ettiği anlar ebeme (Nine, Babaanne, anneanne) bak yine kulaklarını dikti haber bekliyor dediğini, sonradan öğrendim. 
Ve odada oluşan kalabalığı, heyecanlı konuşmaları hatırladım. Kalabalığı ve konuşmaları dinlemeyi sevdiğim için çok zaman odaya sessizce girerdim, rahmetli dedem sadece el işaretiyle yanına isterdi, bende dizinin dibine oturur dinler anlamadığım konuşmalardan müthiş zevk alırdım. Ta ki dedemin dizine başımı bırakıp uyuduğum ana kadar. 
Unutulmaya yüz tutmuş geleneğimizi bize hatırlattığı için Yusuf Karakaya’ya teşekkür ederim. Mazi ile bağ kurmak isteyenler ve kökü köye dayananlar için okunması gereken önemli bir kitap.