Hastane hastalık acılar derken biraz ara vererek.   Zaman her şeye  ilaçtır, derler ya bize de ilaç gibi geliyordu. Hele birde “Hayır da, şer de Allah’tandır” diyebiliyorsan, işler daha kolay oluyor. Üzülmek, evet evet üzülmeyi kaldırıp attım.İsteyen alsın. Kaderle kabahati!... karıştırıyor her şeye üzülüyorduk. Bu nedenle artık üzülmüyorum çünkü şartlar ne olursa olsun yaşamak çok güzeldi.
Okullar tatil olmuş, yaz gelmişti. Kardeşime, annem ve oğlumu da alıp bizi köye arabayla  bırakmasını söyledim.
Yaz tatili için Adana dan köye gelen Uğur ağabey var, köyde  bizim gezmemize, bağlara gitmemize, baraja gidip balık tutmamıza yardımcı olabileceğini biliyordum.
Kardeşim  bu fikri kabul etti, arabanın uzun yol bakımını yaptırıp Ankara’dan çıktık yola. Bu özel yolculuğu çok sevmiştim.Keyfimize diyecek yoktu. Arabanın teybine
Selahattin Bölük’ün kasetini koydum, bende hafif hafif mırıldanarak eşlik ediyordum. Yol boyu gördüğümüz pınarlardan su içip, ellerimizi yüzümüzü yıkıyorduk.
Bir taraftan da Rabbime şükrediyordum.  Keşke “O!. da olsaydı... diye.
Engelimden dolayı ayrılıp giden hanım’ımı düşünüp ağlıyordum... Onu da mutlu et ya Rabbim, diyordum. Çok kahrımı çekti, o da hak etti böyle mutluluğu.
 “Ben mutluyum”, diyormuş. İstediği kadar mutluyum desin,
“Er ekmeği meydan ekmeği, baba ekmeği zindan ekmeği.” derler. Hangi şartlarda yaşadığını biliyoruz.
Bu tatlı ve hoş yolculuktan sonra vilayetimiz olan Yozgat’a geldik.
Yozgat’ta bulunan akraba ve dostlarımıza şöyle ayak üstü uğrayıp gönüllerini aldıktan sonra, çarşıya uğrayıp köy için yiyecek-içecek bir şeyler alarak ,parmak çöreğinin kokusu  mutluluğumuza ayrı bir tat veriyordu.
Karga köyüne doğru yola çıktık.
Kuzeyindedir Kerkenes’in sıralı tepeleri Çevrende Osmanpaşa, Esenli Kasabası ve köyleri Unutmaz Sılayı, gurbetteki efendiler, ağalar ve beyleri Benim Sılam, Güzel Yurdum, Şirindir Köyüm Topçu, Gökçekışla, Osmanpaşa, Yenice köy derken Karga köyü göründü. Ne güzeldir bizim köyler, kuş ve rüzgar sesleri ... Burnumda tüttü, çok özlemiştim.
Halamların evine varmadan, mezarlık yolumuzun üzerindeydi, babamın mezarına arabayı yaklaştırıp, birer Fatiha okuduk. Oğlum’a  dönerek:
“Bak oğlum, ben babamı hiç bir zaman unutmadım, sen de babanı, dedeni, atanı unutma.”deyip halamların eve doğru yöneldik ve eve geldik.
Halam, çocuklara: “Koşun iki lüleli pınardan su getirin dayınız, halanız buz gibi sudan içip, elini yüzünü yıkasın.”diyor. Bir taraftan da birbirimize sarılıp, öpüşüp hasret gideriyorduk.
Götürdüğümüz hediyeleri çocuklara vererek, onları da sevindiriyorduk. Onlar da boş durmuyorlar, oğlumu da yanlarına alarak  bahçeden erik, kayısı v,s getiriyorlar.
Akşam oldu. Bizleri gören, duyan -hoş geldin-e geliyorlardı. Halam bizleri çok seviyor, sevgisini de eline ne geçerse: “gurban olduğum  şunu ye,  şunuda iç...”
“Halam, biz de seni çok seviyoruz, ama bu verdiklerini hepsini birden yersek perişan oluruz. Bizim midemiz böyle temiz, böyle taze yiyecek ve içeceklere alışık değil. Sen üzülme, rahat ol, Allah kısmet ederse azar azar hepsini de yeriz diyerek sevgisine cevap veriyorduk. Ben yemezsem, kardeşime gidiyor:
“Ağabeyin yemiyor sen bari ye.” deyip ona yedirmeye çalışıyor.
Birilerine bir şeyler ikram etmek ne güzel.
Gelen misafirler derin muhabbetten sonra bizlere:
“Siz yoldan geldiniz, yorgunsunuzdur.” diyerek gittiler.
Yer yatakları yapıldı. Çocuklar, yerde yastıklarla şakalar yapıyorlar. Eniştem, yattığı odadan bağırarak:
“Gurultü yapmayın, uyuyamıyoruh cocuklar!” diye ikaz ediyordu.
Mutlu olmak, neşelenmek, çocukluk ne güzel... Hele bir de karnı tok olursa... Oyun oynayacak imkan ve şartlarıda olursa, dünya umurlarında bile değil.
Çocukların taşkınlıkları bana kadar ulaşmıştı. Çocuklara seslenerek:
“Bu günlük bu kadar yeter, şimdi eniştem gelir, delinin biridir canınızı sıkacak bir şeyler der. Onun için duanızı edin, yatın. Sabah yapacak çok işleriniz var.” dedikten sonra, eve birden gecenin sessizliği çöktü.
Herkes uyuyordu. Benim henüz uykum yoktu, istesem de uyuyamıyordum. Çünkü o günün hesabı!... vardı. Evet, o günün karı!... akrabaları ziyaret…ederek köye gelmiştik. Eniştem, halam, çocuklar çok sevinmişlerdi. Daha da önemlisi, mezarlığa gidip, babamıza, gariplere dua etmiştik. Evet, Rabbime şükür.Dualar edip, uyumaya çalışırken, eniştemin horlamaları da dinmek bilmiyordu.
Köyümüzün bahçelerindeki ağaçlardan gelen hışırtılı sesler, kesik kesik öten gece kuşu benim yol yorgunluğumu alıyordu. Bu düşüncelerle uyuyup kalmıştım. Sabah ezanıyla uyandık.
Köy gezimiz başlamıştı. Başlamıştı diyorum, daha önce geldiğimde tekerlekli sandalyede olduğum için beni köyde gezdirecek kimse yoktu. Şimdi ise halamın çocukları büyümüştü. Çocuklar beni gezdirmek için sabırsızlanıyorlar, benimle gezmeyi çok istiyorlardu, ben de gezmeyi istiyordum.
Halamın tandırda yapmış olduğu sıcak sıcak çöreklerle kahvaltıyı yapıp birde sigara yakarak köyü seyrediyordum. Oğlum  elinde bir yumurta:
“Baba bak, tavuk yeni yumurtladı sıcak sıcak, ben bunu pişirip yiyeceğim. Baba, tavuğun biri bir sürü yumurtayı altına almış, kimseye vermiyor.” diyordu.                
Oğlumu  yanıma alıp:
“Bak oğlum, o yumurtaları halan bilerek tavuğun altına koyuyor. O gördüğün tavukta yumurtaların üzerinde bir süre yatarak civciv çıkartacak.”diyerek, o tavuğu rahatsız etmemesini söyleyerek arkadaşlarının yanına gönderdim.
Eniştemle kardeşim,köyün içine gezmeye gitmişlerdi. Onlar geldiler, yanların da bir de misafirleri vardı. Misafirleri, senelerdir görmediğim bir ağabeydi. Küçükken ağrıyan gözlerine iyileşsin diye, fare eti sarmışlar. Sonunda gözleri kör olmuş. Ona köyde  “Kör Mehmet” derler.
Mehmet ağabeyle kucaklaşıp, senelerin hasretini gidermeye çalışıyorduk. Babası ve annesinin vefatından sonra bir tanıdığın uğraşlarıyla, İstanbul Büyükşehir Belediyesin’e ait bir huzurevine yerleştirirler. O da senede bir ay izine çıkarak bizim gibi koşarak köye gelir.
Bazıları:
”Ne vardı bu köyde, gidecek başka yeriniz yok mu?diyorlardı. Bizim bildiklerimiz, bizim hissettiklerimiz!... ah bir bilseler, ah bir anlasalar... Bu soruları sormazlar.
Mehmet ağabeyin bembeyaz sakalları uzamış, sanki elinden, yüzünden nur damlıyor. Ördüğüm çoraplardan ona hediye verdim. Birbirimize hayrı tavsiye ederek sohbet ediyoruz. Arada sırada eniştem,-,
Mehmet ağabeye takılıyor. O da enişteme:
“Akıllı ol oğlum, akıllı. Eskiden de Deli İsmail’din, yine aynısın, yine aynı.” Eniştem söylenenlere aldırmadan, yine şakalarına devam ediyordu. Mehmet ağabey müsaade isteyip yanımızdan ayrıldı.
Irgat  oldum  sıcağında  kavruldum.
Rüzgar  esti  destesiyle  devrildim. 
Saman  oldum  yabasıyla  savruldum. 
Irgatlık  güzeldi  benim  köyümde.                                                     
Selam ve dua’larımla.