ÜLKEMİZ renkli bir siyasal kültüre sahip. İktidarla muhalefet arasında Hacivat ve Karagöz arasındaki gibi bir çatışma var sürekli.
İktidarın söylem ve eylemlerinin muhalefet partilerince eleştirilmesi kuşkusuz ki demokrasinin gereğidir. Bunda bir sorun yok. Ancak ülkemizde kimi zaman her iki tarafta da öylesine ilginç durumlarla karşılaşıyoruz ki şaşırmamak olanaksız. Kimi zaman söylem ve eylemler, bir kara gülmece örneği acı acı güldürüyor bizi. Bu kara gülmece örneği; iktidar ve muhalefet dışındaki birtakım organlar, kurum ya da kuruluşlarda da kendini gösteriyor.  
Bir zaman önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun geçtiğimiz yıl İstanbul'un fethinin 567. yıldönümünde Fatih Sultan Mehmet Türbesi’ni ziyareti sırasında elleri arkaya bağlı bir biçimde yürümesi gündemin baş sırasına yerleşti. Bir kişinin şikâyeti üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma izni verilmesi için İçişleri Bakanlığına başvurdu. Gel de gülümseme bu haberi duyunca. Kardeşim, hangi yasada ellerin nerede ve nasıl bağlanacağı konusunda bir hüküm var ki böyle bir soruşturma izni isteniyor? Hani güzel Türkçemizde “öküzün alında buzağı aramak” diye bir deyim var ya, cuk diye oturuyor yerine. Acaba birimiz bir başka yer ve ortamda kollarımız birbirine kavuşur biçimde, ellerimiz önümüzde bağlı ya da kafamızın üstünde dolaşırken suçlanabilir miyiz?.. Ne dersiniz?.. Böyle bir uygulama dünyanın hangi ülkesinde vardır acaba?.. Neyse ki İçişleri Bakanlığı soruşturma izni vermedi de bu garip konu kapandı.
Şöyle geçmişe dönüp bir düşünelim. Bir zamanlar türbanlı oldukları gerekçesiyle kadınların devlet dairelerine, üniversitelere vb. yerlere alınmadıklarına, askerî garnizonlardaki düğünlerde bile sivillerin sakallı ya da kravatsız diye içeri sokulmadıklarına, Millî Eğitim Bakanlığı bünyesindeki okullarda erkek öğretmenlerin bıyık biçimlerine, kadın öğretmenlerin giyim kuşamına, makyajına abartılı sınırlamalar getirildiğine, üzerinde Q ve W harfleri kullanılan bir pankartı  taşıyanlara yüzer lira para cezası verildiğine ve daha nelere tanık olmadık mı?.. 
Bırakalım artık bu biçimsellikleri, öze dönelim. İnsanları hareketlerine, yaşam biçimlerine, giyim kuşamlarına göre yargılamayalım. Bunlardan bir anlam çıkarmaya çalışmayalım.
İlginçtir, iktidar hep kendi dediği olsun ister, muhalefetin öneri ve çağrılarına kulak asmaz; muhalefet de iktidar ne yaparsa yapsın eleştirir, yapılan işlerde hiç olumlu bir yan bulmaz. Bir kör döğüşü gibi sürer bu çekişme. Dolayısıyla tabana da yayılarak dallanıp budaklanır. Artık birinin ak dediğine karşısındaki kara demeyi alışkanlık durumuna getirir. Sonuçta hiçbir sorun çözülemez. Karmaşık bir yumak gibi kalır ortada.
Gelin, artık ulusça doğruda, güzel ve iyi olanda birleşelim; kötü ve yararsız olana karşı birlikte karşı koyalım. Anlamsız ve kısır çekişmelerden kurtaralım kendimizi. Yönetenler, muhalefetin ve halkın sesine kulak versinler. Çoğulculuğun en iyiye, en güzele ve en doğruya ulaşmadaki etkisini akıllarından çıkarmasınlar. Muhalefet ise kendini yalnızca olumsuz eleştiri yapma alışkanlığından kurtarıp olumlu eleştirileri de gündemine alsın. İktidar da muhalefet de halkın beklentilerine yanıt veren uygulamalarda bulunsun. Bakın, o zaman sorunlar nasıl da kolay çözülür. Herkes mutlu ve huzurlu bir yaşam sürer.