Utangaç hallleri, masum ifadeleri, esmer benizleri, rengarenk giysileri ve uyumsuz kreasyonlarıyla hemen farkdilen bu sevimli yüzler, tatlı dilleri, engin gönülleri ve şaşırtan tevazularıyla tanıyan herkesi kendilerine müptela ederler.

Çocuğundan büyüğüne, yaş faktörünü hiyerarşi kabul edip, insan ayırt etmeden herkese eşsiz bir saygı yansıtırlar. İcra ettikleri müzik ve çaldıkları enstrümanlarla kültür dünyasının duayeni konumundaki bu gerçek sanatçılar, düğün, dernek, sünnet, eğlence gibi tüm mutlu günlerin vazgeçilmez unsurları konumundadır.   

Kendilerine ön yargıyla yaklaşıp, emir kipinde kaba üsluplarla hükmetmeye kalkışan densizlere bile eşsiz bir incelikte “Ağam”, “Paşam”, “Bacım”, “Gardaşım”, “Nazlıbağ”, “Efendiağa”, “Gurban Olduğum” gibi sinir yatıştıran erdem ve büyüklükle karşılık verip, utandırırlar. Yüreklerinden Tuna Nehri gibi merhamet ve sevgi akıtan bu güzel insanlar, çocuklarına ilk kural olarak hâd bilmeyi, milli ve manevi değerlere bağlılığı, misafirperverliği ve iltifat etmeyi öğretiyorlar.

Dünyadaki her insanın gizli veya ayan mutlak bir meziyeti vardır ya; onlarada usta dedirten üstün özellik; duyarlı kulaklarıyla ezgileri güzelleştiren yanık sesleri ve mahir elleriyle çaldıkları her çeşitten enstrüman…. İcra ettikleri müziğe hüzün duygularının tamamını yükleyip servis ediyorlar. Ağlatanda onlar, güldüründe... Toplum içinde herkesi iltifatla büyütüp, itibarla yüceltiyorlar. Söyledikleri bir türkünün 10 kez tekrarı bile istenilse; asla kimseyi kırmadan “Başüstüne ağam” deyip bıkkınlık belirtmeden aynı duyguyla sunarlar.

Saz, keman, zurna, klarnet, kanun… Hangi müzik aleti olursa olsun çalarken gönüllere dokunup, yürekleri titretirler. Piyasada sanatçıyım diye geçinen kafa ütüleyici, çabuk şımaran sevimsizlerin aksine; oturacakları, kalkacakları, müdahil olup söze girecekleri yeri hep son kompartımandan belirleyip, ukala tipleri utandırıyorlar. Tevazu eksenli imrenilir bir itaat anlayışları var.

Onların toplumdaki saygısı, görgüsü, efendiliği ve sanatı zaten ayan ve aşikar. Bazı çiğ insanların beyninde ön yargıya neden olan renkleri hariç her yönleriyle anında gönüllere giriyorlar. Karakolluk, adliyelik, mahkemelik, huzuru kaçıracak kayıtları yok denecek kadar az. Adli sicilleri herkesten temiz. Gözleri tok, elleri bol, ruhları şen, sözleri ulu, sanatları muhteşem.. Ne kadar para kazanırlarsa kazansınlar, üstünden 3 gün geçince bu paraya bayat diyorlar ve süresi içinde harcanmayınca hayır getirmeyeceği inancındalar. “Gurban eti bile üç günde biter ağam, vaktinde harcanmıyan parayı noreciğik” diyorlar. Olduğu gün bolluk, olmadığı gün yokluk içinde yaşarken, bırakın geleceği, bir gün sonrasını bile düşünmüyorlar. Kafaları rahat, keyifleri zinde, kadere inat dertle, sıkıntıyla alay ediyorlar. Eğitim, istihdam, sosyal güvence, kariyer, ev, araba, yazlık vs. gibi bencil hedefler akıllarının ucunda bile yok. Hep mutlu, hep umutlular. Hep neşeli, hep eylence içindeler.

Zeka fışkıran felsefe yüklü kıvrak ve ışık hızında hazır cevapları var. Gösterdikleri saygıya kaba davranan muhataplarını, iltifatkar kelimelerin arasına gizledikleri anında anlaşılmayan ama farkedince mahcup edip, faka çökerten düşündürücü cevaplarıyla madara ederler. Kelimelerle öyle oynuyorlar ki, muhatabını alt ederken onların yanında Nasrettin Hoca fıkralarının, tarihi söz ustalarının esamesi bile okunmaz. Kıvrak aklın dehasına sahipler. Ölçmeyi, tartmayı iyi bilir, niyet ve davranışları çok analitik yorumluyorlar. 

Zaten köken ve genetikleri matematik ve yazılım zekasının zirve yaptığı Hint-Bengal ve İran coğrafyasına uzanıyor. Farklı enstrümanları, bölgesel havaları ve senfonik ritimleri bu yatkınlıkları sayesinde hatasız kavrayıp, ekledikleri figürlerle efsane güzelliklere dönüştürüyorlar. Rakamlarla beyinlerini kirletmeyip, sosyal matematiği tercih ediyorlar. Zenginlik, kariyer, itibar, unvan, kimlik vs. gibi üstünlük yarışlarını obsesif kompulsif türündeki  kişilik bozukluğundan sayıyorlar.   

            Güler yüzü, dost gönlü, samimiyeti ve sadakatiyle gerçek bir hemşehri aşığı ve Kırşehir sevdalısı olan, Kent Konseyinin misafirperver Başkanı Sayın Tahsin ÜÇGÜL ve ekibinin davetlisi olarak geçtiğimiz hafta Kırşehir’deydik. Bölgesel değerleri ve insan zenginliklerini her yerde yücelterek anlatan, eğitimi, birikimi, görgüsü ve donanımı ile emeklerine hayran olduğumuz Osman İLHAN, Eyup TEMUR, Mehmet Emin TURPÇU, Semra YILMAZ ve Bahamettin ÖZTÜRK gibi güzel insanlar; bize Abdalların eşsiz dostluklarını, müptela eden sanatlarını ve imrenilir özelliklerini anlattılar. Program dahiline aldıkları Kaman gezisi çerçevesinde dünyanın en güzel insanlarından Adem GÖÇER’le tanıştırdılar. Muhabbetin tavan yaptığı, gülme krizlerinden yorgun düştüğümüz bu eşsiz sohbetten birkaç nüansı sizlerle paylaşmak istedim. Ama ben bu muhabbeti sadece yazabilirim. Adem Ustanın beden dili, her kelimeye yansıyan ses desibeli ve yöresel şivesi fıkralar üstü bir detay. Zaten komediyi bakış, duruş, oturuş, taklit, jest, mimik, işaret vs. gibi senkronize beden dilleri zirveye taşıyor. O özellikleri yazmak ne mümkün. Sevimli göbeği, şirin yüzü, alay ve saygıyı matematiksel bir koordinasyonla seri döngü içinde sunan, orijinal şivesi, dost yüzü ve tatlı diliyle bizi huzuruna çivileyen Ustaların Başı Adem GÖÇER Usta bakın neler anlattı.

AĞAM BİZİ KULLÜK ETTİN, ÜSTÜMÜZDE AĞNANDIN

            Oğlu ve yeğeniyle bir ağanın oğlunun düğününü çalan Ustaya düğün sahibi çirkin, aşağılayıcı ve kaba davranmaktadır. “Geçin şöyle”, “Ortalıkta dolaşmayın”, “Boş durmayın çalın”, “Ekmağnizi ortalıhda yemeyin” falan filan diyerek gecenin geç saatlerine kadar davul ve zurna çaldırmış. Misafirlerin içinde çok rencide olan ustalar, ekmeklerinin hatırına ve tevazu dolu saygılarından hiç ses çıkarmazken ne deniliyorsa yapıyorlarmış. Ertesi gün düğün bitmiş ve ağa paralarını verirken ustalara;

 “Nasıl ustalar benden memnunmusunuz” demiş. Usta ise düğün boyunca eziyetiyle rencide olduğu ağaya;

-“Ağam bizi küllük ettin, zabahlaraca üstümüzde ağnandın, nasıl memnun olah” demiş.

ABDALIN ÇOCUĞUNA ÖĞÜDÜ

            Sanatını ve zenaatini çok seven Abdal; çocuğunun kulağından tutmuş ve sert bir şekilde öğüt veriyormuş. “Aha davul, aha zurna, aha keman. Zeynini iyi ver belle gendini gurtar. Belliyemezsen vallahi seni muallim yapar, köy köy süründürürüm” demiş.

SENİN KOCANIDA BEN SÜNNET ETTİM

            Yaz boyu sünnetçilik yapıp, güz ve kış aylarındada düğün çalan Zurnacı Kabadayı, Abdalların gözde ustalarındandır. Derbederin fiziki görünüşü morumsu bir esmerlikte ve kılık kıyafeti çok bakımsızdır. Anadolu insanı, kadınların canlı hayvan kesmesini makbul saymadığından bu görevin erkeklere ait olduğana inanırlar ya;

Patoz atan ırgatlara yemek hazırlamak için tavuk kestirecek bir hanım evinin önüne çıkmış ve tavuğu kesecek yoldan geçen bir bayın gelmesini bekliyormuş. Bir bakar ki Zurnacı Gabadayı geliyor. “Gabadayı Efendi şu tavuğu bi kesermisin” der. Saygısı ve edebiyle Zurnacı Gabadayı tavuğu keserken balkon demirlerine yaslanarak izleyen ukela bir gelin hanım; “Get, şu adamın kestiği  yenirmi hiç.” demiş. Bunu duyup, çok alınan Garadayı;

“Niye yenmesin yavrım, alaycığınızın yidiğinide ben kestim” demiş.

ANANIZA MÜSAADE EDİN

Cömert gönülleri ve engin misafirperverlikleri ile bilinen Addallar, hanelerini şereflendiren herkese ikramda kusur etmezler. Fakir ve zor bir gününde Osman Ustaya itibar ettiği değerli bir misafir gelir. Evde ikram edilecek bir şey yok. Sadece tek tavuk var o da Gürk yatıyor. Oraya buraya bakınırlar çare yok. Gözlerini Gürk tavuğa dikerler. Hanımı “Olmaz, o gürk, cücükler oratada kalır” desede Osman usta çaresiz pineye girer. Gürkü tutar kaldırıki 5 tane yeni cücük çıkmış. Hanımı tamamen itiraz eder. “Asla olmaz” der. Osman Usta kararlı bir şekilde cücüklere dönüp,

“Boovv maşşallah, Gendinizi gurtarmışsınız, Bende yetimliğinen böyüdüm. Aferim yörümeyide bellemişsiniz, gayli ananıza misaade edin” demiş ve gürkü misafire kesmiş.

Biraz dramatik oldu ama komedi Adem ustanın anlatımında gizli.

GIZMA GOCAOĞLAN

            Segisinde inci-boncuk vs. aksesuarlar satan bir esnafın tezgahına Abdalların hanımları gelir ve ürünleri kararsız karıştırmaya başlarlar. Renklerine ön yargısını gizleyemeyen esnaf; “Defolun, hepinizide gebertirim, polise şikayet ederim bah” der. Hanımların en ehili;

            “Gızma Gocaoğlan sakin ol, sadece bahıyoh.” der.

KULAĞINA-KUYRUĞUNA

            Vefasız komşu hastalanmış ve şiddetli başağrısı çekmektedir. Çaresiz Abdal komşusundan ağrı kesici ister. O da; “Bilmeden ilaç içme gonşu, zararlı tesir yapar, ipdi bi hastaniye get eyi bi tahlil yapdır, gulağına, guyruğuna bahıtmadan rasgele ilaç gullanma” der.

GENDİNİ BÖYÜDÜN

Cimri düğün sahibi çalgıcı ustalara dilinin ucuyla samimiyetsiz ikram teklifinde bulunur. “Sizde içki sofrası istiyonuz elleham” der. Usta ise;

“Gurarsan gendini böyüdün ağam” der.

ADEM ATAMIZDAN ALIRSAN

            Patika yolda öküz koşulu kağnı ağır ağır ilerlerken, arkadan bir kamyon gelir. Yol dar ve kesinlikle geçme imkanı yoktur. Kamyon şoförü ukela bir şekilde bağırır. “La şu gardaşlarınıza diyinde ya acik evsinler ya da gırana çekilsinler” der. Kağnıda Abdal Musa dayıda vardır. Derki, “Vallaha şifor bey seni gelirken gördük çekilin dedik çekilmediler, Adem Atamızdan alırsan sanada gardaş düşerler bide sen de bahıyım”

HOCA BENİ GÖRÜNCÜ

İbadet etmeyip, camiye gitmemekle şuçlanan Şavgı Dayıya, köylü “Gebermiye bi başın galdı, daha ne zaman alnın secdeye dayecek” derler. Şavgı Dayıda; “20 kere gettim, Hoca beni gorüncü gotünü dönüyo, bende getmiyom” der. 

ACİKDE ANANA GÖTÜR

            Armutları çalıp koynuna dolduran Veyis, bahçe sahibi Apıh’la karşılaşır. Bahçe sahibi ardından küfrederek, taş atıp Veyis’i kovalamaktadır. “Allah’dan gorhmuyonnu gavur sıpası, noreceğan o gadar armudu” der. Apıh pişkin bir şekilde, “Sanane, seni kişifleyip bi bu gadar daha yolacağam, hepisinide yiyeceğam yiyemediğimide eşşağa vereceğam” der. Daha sinirlenen Apıh Usda, “Ziyan etme oğlum, aciğnide benim selamımınan anana götür” der. 

MESULİYET GABİL ETMEM

            Köyde ne kadar bağ-bahçe var hepsini talan edip, emsali tüm çocuklarlada sürekli kavga eden Yakup, tüm köylüye illallah çektiren mazarrat bir çocuktur. Köylüden defalarca şikayet yağmakta ve babasıda her seferinde Yakup’u gebertircesine dövmekte fakat zaptedememektedir. Evi köye hakim bir tepede olan babası, Yakup köye inerken balkona çıkıp, şikayet gelmesin diye millete;

“Gomşulaaarrr, Yağab’ı guveriyom, mesuliyet gabil etmem…”

Diye bağırır.