BİRDEN çok anlamı içinde bulunduran “kırılma” kelimesini 'somut olarak göster' deseler, mıknatıs üzerinden örnek verirdim.
Bütün bir mıknatıs bünyesinde taşıdığı enerji sebebiyle manyetik alan oluşturarak farklı kutupları kendi üzerine çekme özelliğine sahip olmakla birlikte, kırıldığında koptuğu yüzeyle asla bir araya getiremezsiniz hatta itici kuvvete dönüştüğünü görürsünüz.
Vermiş olduğum bu somut örnek insan ilişkilerinde de açıkça görmek mümkün.
Aile ilişkilerinden tutunda, iş dünyası, Sivil toplum teşkilatları, siyaset arenası, devletler politikasında da durum aynıdır. 
Kırılmak her ne kadar bölünme manası taşısa da ayrışmak asla değildir.
Kırmak ya da kırılmak insanların doğasında yaşamın bir parçası gibidir.
Eğip bükemediğimiz, istediğimiz gibi şekillendiremediğimiz, esnetmek isterken bile kırıp parçaladığımız ne çok şey vardır. 
Kırdığımız nesneleri tamir etmek veya yerine yenisi alarak telafisi kolaydır, ya insan ilişkileri…
Özellikle aile içerisinde, arkadaş çevresinde yaşanan ufak bir tartışmayı güç gösterisine dönüştürerek kırılmalara sebep oluyorsak, tamiri ve telafisi mümkün olmayan zihinsel parçalanmalar hepimizi uçurumun eşiğine getirmiş demektir.
Tartışmak kavga etmek değildir. 
Bir konu üzerine tartışırken olaylara farklı yönleriyle bakmak yerine, farklı fikirlere zihinlerimizi kapatarak olayları kişiselleştirmek, karşımızdaki insanları ufalayarak kendimizi yücelttiğimizi sanmak, her iki taraf içinde aptallık ve ahmaklıktır.
Günümüzde yaşanan siyasi söylevlere bakıldığında en büyük kırılmaların buralarda yaşandığını görmekteyiz. Tarafgirlik şemsiyesi altında halkımızı bölüp parçalayarak cepheleştirdiklerine, kendi çıkarları uğruna birbirilerine demediğini bırakmayan, kendi menfaat söz konusu olduğunda ise tükürdüklerini yalamaktan geri kalmadıklarına, tıpkı çocukların oyun hamuru gibi her şekle girdiklerine şahit oluyoruz. Anlıyoruz ki gücü elinde bulunduranlar kendilerini Dev/letleşirken Türk milletinin birlik olmaması için ellerinden geleni esirgemiyorlar.
Geçtiğimiz günlerde Yozgat’ın gündemini oluşturan “İstanbul’daki Yozgat evi” meselesi de yukarıda anlatmaya çalıştıklarımdan farksız.  
Tıpkı çok parçalı mıknatıs gibi, kırıldığımız yerlerden bir daha asla bir araya gelmesek de, her parçalanıp ayrıldığımızda çekiciliğimizin daha da düştüğünü bile bile ayrı mekanlarda ayrı ellerde birilerinin oyuncağı oluyor, bölünüyoruz. 
Bizleri birbirimize çekici kılan, başka bir yanından yapışarak gücümüzü korumak yerine kendimizi dünyanın çekim merkezi ilan ediyoruz. 
Önemli bir cihazın olmazsa olmaz parçası olmak, enerjimizi güce dönüştürmek yerine, hurda metaller karşısında çekici görünmek, “güç bende” demekten kendimizi alamıyoruz. Kendi işe yaramazlığımızı unutup etrafımızda topladığımız paslı çivilerle varlığımızı kanıtladığımızı zannediyoruz..
 Diğer bir gündemimiz ise “Deprem
Milletimizin yıkıldığı gün olan 17 Ağustos 1999 depremi üzerinde 21 yıl geçti. Her ne kadar yaralarımız sarılmış olsa da yüreğimizde açtığı enkaz hala üzerimizde. Afetlerde hayatlarını kaybedenlere rahmet diliyorum.