AYNALI Kahve'nin gediklisi Mehmet, elindeki tepsi ile çaylarımızı getirip, ahşap masanın üzerine bıraktı. Deyim yerinde ise 'iğrne atsan yere düşmez.' Onca kalabalık, sonbahar olmasına karşın Eylül ayının sıcağında, sıcak gelişmeleri tek kanallı televizyondan takip edip, yorumloyurdu. İki masa arasındaki kısa mesafeden bile yapılan yorumları duymak mümkün değildi. Herkes fısıldayarak konuyor, arada bir Mehmet'in 'çaylar' sesi sessizliği bozup, kulaklarda çınlıyordu. 
Sınıf arkadaşım Zübeyir, 'hadi gidelim, iki tur atar, sinemaya gidiriz' değinde, Mehmet'in 'çaylar' diye sesi kulağımızda bir kez daha yankılandı. Sorma ihtiyacı bile duymaksızın iki bardak çayı masamıza bırakıp, uzaklaştı. Zübeyir, kolundaki saate baktı, 'İkinci perde başlamak üzere, hadi gidelim!' uyarısında bulundu. Çayları elimize aldık, 'sinemada içeriz' diyerek, masadan kalktık. Giderken, 'filmden sonra bırakırız!' diye Mehmet'e seslendik. Mehmet, 'tamam gardaşım. Kapatırsak, kapının önüne bardakları bırakın, biz sabah alırız!' diye korşılık verdi...
***
Gençlik yıllarımızda, liseli olmanında verdiği aymazlık, aykırı davranma içgüdümüzü sürekli kamçılıyordu. Yerimizde duramıyorduk. Büyük Sinema Salonu'nda sevdiğimiz bir filmin tamamını izleyebilecek kadar bir sabrımız da yoktu. O nedenle, filmin ilk perdesini, başka bir gün ise ikinci perdesini izliyorduk. O yıllarda, bir film ilk gün oynar, daha sonra, iki veya üç gün geçince tekrar gösterime başlanırdı. Eğer filme talep çoksa üst üste bir-kaç gün gösterimde kalır, bir hafta bile gösterimde kalan filmler olurdu. İsmini hatırlamıyorum ama bu da öyle bir filmdi. Bir gün önce ilk perdesini izlediğimiz filmin ikinci perdesini izlemek üzere Zübeyir ile sözleşmiş, Aynalı Kahvede buluşmuştuk. Ertesi gün sabah Sosyoloji Dersi'nden de sınava girecektik...
***
Aynalı kahveden çıkarken, 'Sinemadan sonra biraz tur atar, eve gidince de kitaba bir göz atıp, yarınki sınava hazırlanırım' dedim. Zübeyir, 'Birlikte sana gideriz veya bize gidelim, sabah da kalkar sınava gideriz' diye karşılık verdi. Merdivenleri çıkıp, Büyük Sinema'nın önüne geldik. 'Size gidersek sabah kalmamız zor olur. Sinemadan sonra bize gider yatarız, sabah bizimkiler namaza kalkıyor, bizi kaldırırlar, dersimize çalışırız, bilgilerimiz aklımızda kalır' dedi, Zübeyir...
***
Eskipazar Mahallesi'nde Kara Fatma'nın Pınar'ın tam karşısında tek katlı, çok pencereli 'Küçük Evim' vardı. Bildiğiniz bekar evi. Yalnız kalıyordum. Lise ikinci sınıfta sosyoloji dersinden Eylül sınavlarına kalmıştık. Hocamız, Coğrafya dersine geliyordu. 'Boş geçmesin' diye Sosyoloji dersine de girmeye başlamıştı. Sınıfın hepsini sınıfta bırakmıştı. Biz de nasiplendik...
***
Sinemaya girdik, henüz ikinci perde başlamamıştı. Sinema Salonu'nun sol kapısından içeriye girip, orta sıralardaki boş koltuklara oturduk. Filmin ikinci perdesi başladı. Tam heyecanlı yere geldiğimizde, birden ışıklar yandı. Filmin koptuğunu düşünerek, hep birlikte makiniste tepki ıslıkları arasında, sinema perdesinin bulunduğu sahnede beliren Başçavuşun düdüğü ile gürültü kesildi. Aralarda ellerinde tüfekle askerler bekliyor. Her iki kapıda da silahlı askerler duruyordu. Sahnedeki Başçavuş elindeki megofonla salona seslendi, 'Arkadaşlar korkmayın, kimlik kontrolü yapacağız. Şüpheli şahıslar var, aranızda olabilirler. Olağanüstü bir durum. Herkes ön sıralardan başlamak üzere kalkıp, kimliğini kapıdaki askerlere gösterip, evine gitsin!' uyarısında bulundu. Ön sıradan başlayarak, tek sıra halinde iki koridordan kapıya yönelen insanlar, kimliğini gösteriyor, sonrasında gözden kayboluyordu. Sıra bize geldi. Kimliğimizi gösterdik. Askerlerden birisi 'Tamam' dedi, 'Şimdi doğru evinize gidiyorsunuz. Kestirmeden, ana yoldan evinize gidin!' diye uyardı. 'Peki' deyip, sinema salonundan çıktık. Eve gitmek istemedim. Zübeyir'e 'Sen eve git, bende şuradan ablama giderim. Onlar sabah beni kaldırır, okulda buluşuruz' diyerek, bir süre yürüdük. Boztepe Sineması'nın önünden ayrıldık. Erbazlar Apartamanı aralığındaki ablamın evine doğru yöneldim. Zübeyir'de evine gitti. 
Sabah ablamın 'hadi sabah oldu, gecikeceksin!' uyarısı eşliğinde yataktan kalkabildim. Üzerimde eşofmanım vardı, kırmızı, yanlarında beyaz şeritleri bulunan. Ablam, 'Fırından ekmek al gel. Sen gelinceye kadar bende kahvaltıyı hazırlıyayım, yer gidersin' diyerek, beni sokağa uğurladı. Evden terlikle çıktım, Cumhuriyet Mektebi'nin oradan karşıya geçmeye hazırlanırken, tam yolun ortasında elinde tüfekle iki asker gözüme ilişti, araç trafiği yoktu, cadde bomboştu. Köşedeki büfenin yanından çıkan askerin 'dur!' ihtarıyla irkildim.  'Nereye gidiyorsun?' soruna, 'Ekmek almaya' yanıtını verdim. 'Fırınlar kapalı, evine git, soka çıkmak yasak!' diye bir kez daha uyarıda bulundu. Soru sormama izin vermeden, geldiğim gibi eve döndüm. 
Evin odasına girerken, eniştem siyah/beyaz televizyonda Hasan Mutlucan'ın söylediği 'Yinede şahlanıyor' türküsünü dinlerken, 'ihlilal olmuş herhalde' diyerek, gayri ihtiyari bana baktı, 'sen ne yaptın!' der gibi. 'Sokaklar boş, fırına göndermediler, askerler var sokaklarda' diye karşılık verdim. Birlikte televizyondan haberleri dinlemek için beklerken, sokaktan 'Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koymuştur. Ekmek ihtiyacı olanlar evlerinin yakınına gelen ekmek arabasından ihtiyaçlarını karşılayabilirler' anonsu yapıldı. Sokağa çıktım, Boztepe Sineması'nın köşesinde konuşlandırılan ekmek arabasından ekmeği alıp, eve döndüm. Günlerden 12 Eylül 1980...