Kalabalık evler, rızkı veren Allah’tır diyerek umudunu bağladıkları ekinlerinin gür ve verimli olması için yıl boyu Yaratanlarına dua ederlerdi. Düzenli aralıklarla yağmur yağıp, sağlık, sıhhat de yerinde olursa o yıl çok keyifli ırgatlıklar işlenirdi. “Gurban olduğum güzel ekin vermiş” deyince evin reisi, tüm ailenin yüzlerine mutluluk ve heyecan yansır, herkes bir türkü tutturur, diri ve neşeli gezerdi. Zaman gaz lambalı, iri saman otlu teneke sobayla ısıtılan toprak damlı evlerin içinde, geç saatlere kadar hedik, gavurga yiyerek, sıcak ve keyifli muhabbetlerle geçerdi.
 Bereketli Bozok Platosunun hakim noktalarından geniş düzlüklerine doğru bakıldığında, ahenkli boyları, uzun kılçıkları ve altın sarısı görüntüleriyle sarı bursa cinsi buğdayların ekili olduğu tarlalar hemen fark edilirdi. Alllah güzeli hep çekici yaratır ya.. Sarı Bursa buğdayı da ekinlerin en güzeliydi. Görene Maaşallah dedirtirdi hep. Ona tırpan sallayan ırgatlar emeklerine daha bir özen gösterir, her bir tanesinin israf olmaması için azami dikkat ederlerdi. Bu mübareğin hediği, firiği, unu, bulguru, yarması, ekmeği baş tacı olurdu diğerlerine göre…
Sabah ezanından önce ev reisi tarafından horanta “Gahın hele gurbanım yavrum duracah vahıt dağal, hadin koleyim” diye bir yaygara kopardığı zaman herkes bir gayretle kalkar, döşşekler deşirilir, sığırı, davarı sürdükten sonra tarlaya gelmesi için bir çocuk nöbetçi bırakılır, bir önceki akşamdan hazırlanan azıklar at arabasına veya kağnıya yüklenir, göz bebeği tarlaların yoluna düşülürdü. Güneş tam çıkmamasına rağmen tarla yolları adam kaynardı. Zengin evlerin azığıydı yımırtalı omaç ve kesekli çalhama… Binbir türlü çiçekler ve otlarla beslenip, berrak kaynak sularından içen ineklerin koyunların hilesiz sütlerinden elde edilen kaymaklı yoğurtlar, kaput bezlerinden dikilmiş torbalara aktarılır, bir direğe asılır, sabaha kadar yeşilimsi suyu sızdırılırdı. Kuru bir hal alan yoğurt, at arabasının baş köşesine veya dingiline asılarak tarlaya götürülürdü. Tarlada bulgur pilavı pişirmek için keklik kazanı, çalhama içmek için gabah tası, çalhama gaşşıhlamak için ağaç şimşir kaşıklar ve bez sufralar dolusu yufka ekmekler de alınırdı.
Kış hazını için ayrılan tuzlanmış has tereyağları tahta kuleklerden şimşir kaşıklarla alınarak tavada burcu burcu kokusuyla eritilir, küçük küçük doğranmış yufka ekmeklerin üzerine dökülerek ıslatılır, üstüne 3-4 tanede yumurta kırılınca al sana yıllarca tadını damağından unutamayacağın “Yımırtalı Omaç”…
Bez torbada suyu sızdırılarak tarlaya getirilen yoğurt hemen torbasıyla birlikte tertemiz tarla toprağına kömülür, öğlen saatine kadar mübarekte bir damla su kalmazdı. Keyifle ve kalabalıkla bol muhabbetli ve zevkli ırgatlık işi başlardı. “Ha gurbanım ha… ha gurbanım ha..” diye gölgelik yere oturtulmuş evin ihtiyar reisi çocuğundan büyüğüne öyle bir gaz verirdi ki, koşarak çalışası gelirdi insanın… Ondan bir aferin almak, olimpiyat madalyası gururuna denkti. Gün tam tepemize geldiğinde, ezan saatinden beri gayretle çalışan yorgun ırgatlar, “Aminim acıhdıh gayli” deyince, tırpanlar, tırmıklar, anadutlar, dirgenler bırakılır, gölgelik mekanlara inilir, çevredeki eşmelerden, pınarlardan toprak testilerle su getirilir, gabah taslarında katı yoğurtlar zor ezilerek topak topak yoğurtlarıyla bir kesekli çalhama yapılırdı ki…., Yarabbii…., Yarabbi….  
Kimi omaç yer, kimi kelle suvanla bulgur pilavı. Kesekli çalhamaya kimse doyamazdı zaten. İstersen 10 kilo yoğut götür, 5 kişiye yetiştiremezdin mübareği.
Yımırtalı omaç, kesekli çalhama.. Şimdi yapıp yiyelim desen herkes yatağa düşer. Kiminin kolestrolü azar, kimi katkı maddelerine alerji gösterir, kiminin hormonal dengeleri bozulur, kiminin sindirim sitemi kaldırmaz. Hiçbir lezzet alamadığın gibi, o doğallığın zerresini zaten bulamazsın. O yiyeceklere sevgi ve kutsiyet de katılırdı demekki o zamanlar. Ev horantası nimet deyip yere düşen ekmek kırıntısını 3 kere öpüp başına koyarken, Allah tertemiz havasıyla, parlak güneşiyle ve berrak sularıyla, alın terine hellalik morali vererek bereket ve ağız tadı takviyesi yapardı.. Anlattığım dönemlerde köylünün adı efendi ve gönül adamı diye geçerdi, şimdiki gibi köylü uyanığı değil yani.. Ne günlerdi o günler be, hey gidi günler heyy…..
(Bozok yaylasının papatyaları olan tüm hemşehrilerime geçmiş günleri hatırlaması dileklerimle)