KLASİK bir söz vardır:

"Dişin mi ağrıyor? Çektir, kurtul!"

İnsan yaşamında, sorunlara bulunan bu kesin ve pratik çözümler ne yazık ki toplumsal sorunlarda geçerli olmuyor. Ortaya çıkan, siyasi iktidarların varlıklarını sürdürmek için kimi zaman iyi niyetli de olsa attığı bir adımın toplum üzerinde yarattığı sorunlar, ne kesip atmak ne de çektirmekle ortadan kalkmıyor.

Corona salgını başladığı günlerde, "Panik yapmayın, güçlü ve büyük bir ülkeyiz!" diye yeterli ve gerekli önlemlerin alınmaması bunun en somut örneği. Sağlık emekçilerinin feryadı, uzman uyarılarına kulak verilmemesi, günlük verilerin saklanması, bugün gelinen noktada, iktidar ortağı birilerinin “Kapatılsın!” dediği TÜRK Tabipler Birliği'nin söylediği rakamlara yakın tabloların açıklanması, “Uzaktan eğitim devam etmeli!” seslerine "Önlemler alındı." cevabı ile okulların kısmen açılıp kapanması. Birkaç ay içinde, ekonominin dibe vurması, bağımsız olması gereken Merkez Bankası Başkanlığında görevden alma-atama manevraları. Başta İstanbul ve salgının zirve yaptığı kentlerde “Sokağa çıkma yasağı uygulansın!” diyen yerel yöneticilere "Sus, konuşma!" yasağı getiren uyarılar. Halkın anlamakta bile zorlandığı anlamsız, kısmen uygulanan sokağa çıkma yasakları. Yani, ağrıyan dişi çekip atma yerine ağrı kesici ile ağrıyı erteleme reçetesi. 

Giderek büyüyen ve toplumu olumsuz etkileyen onlarca sorunu hafif bir yara gibi görmek, geçici ve yetersiz önlemlerle iyileşmesini beklemek mümkün mü?

Covid-19 nedeniyle, hasta ve vefat sayıları artık saklanamadığı için gerçeğe yakın veriler açıklanmaya başlandı. Devlet idaresinin corona salgını için uyguladığı bu rehavet politikasıyla geldiğimiz noktada Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın “Bu işin birinci derece sorumlusu Bilim Kurulu.” açıklaması günah keçisi arama gayreti midir? Oysa bu açıklamadan birkaç saat önce Bilim Kurulu’nun bir üyesi "Bu rakamları biz hiç bilmiyorduk ki." dememiş miydi? “Bu durumda bilim kurulu ne iş yapıyordu?” sorusuna da bakan ve kurul üyelerinin cevap vermesi gerekmiyor mu?

"Kol kırılır; yen içinde kalır." parolası ile ülke yönetenlerin mızrağın çuvala sığmadığını görmeleri, tabii ki sevindirici ve topluma umut verici. Ancak demokrasi, adalet, sağlık, ekonomi, eğitim gibi toplumun huzur ve güven içinde yaşaması için olmazsa olmaz alanlarda açılan yaralar pansumanla iyileşemeyecek kadar derin.

Adalet reformu yapılmasını, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala'nın serbest bırakılmasını isteyen AK Parti kurucularından CYİK Üyesi Bülent Arınç’ın kurul üyeliğinden istifa ettirilmesi ve Arınç’ın oğlu AK Parti Milletvekili Mücahit Arınç'in "Tek parti AK Parti, tek reis Erdoğan." açıklaması, aynı ağızda yer alan 32 dişin tek tek kontrol edilmesinin gerekliliğini göstermiyor mu? Yaşanan bu baba-oğul restleşmesi, siyasetin ilkesel ya da kişisel mi olduğu sorularını akla getirmiyor mu?

Başta siyasi iktidar, tüm siyasi partiler, acilen bir araya gelip saatler ve günlerce konuşup tartışmalı, yaralar kangrene dönüşmeden ülkeyi, toplumu acıya boğan yaralar için kalıcı çözüm üretmeli. Bunun dışında günlük söylemlerle ayrıştırma ve kavga üretilmesi, güçlü Türkiye imajını uluslararası arenada da yaralar. Uluslararası sularda Türk bandıralı gemiye, Alman deniz kuvvetlerinin baskın yapması ve yük gemisini araması da bunun işareti değil mi?

İçerde ve dışarda yaralar kangrene dönüşmeden kesilip atılacak kol ve 32 dişin çürümesine neden olacak ağrıyan diş için “kes-at, çektir-kurtul" reçetesini, tüm siyasi partiler uygulamada el ele verirse “gövde de, kol da, ağız da” kurtulur.

Milletin temsilcisi siyasetçiler; geç kalan her günün, ülke olarak çok ağır bedeller ödememize neden olacağını unutmadan ellerinizi birleştirip bu ülkenin sahipsiz olmadığını gösterin.