GÜVERCİNLERİN kanatlarına yüklemeli şimdi özlem tohumlarını. Dünyanın en masum insanını bulmalı ve sahici sevdalıların gözlerine bırakmalı bir gece karanlığında. Dünyayı yaşanılması güç bir yer haline getiren insan oğlu uykuların en derinine çekildiğinde, fısıldamalı kulaklarına “Sakın kirpiklerinizi kırpmayın. Düşerse açmaz bu tohum.”
Dalından koparken bir sonbahar yaprağı, bir daha aynı ağaçta yeşermenin özlemiyle düşmeli çatlamaya yüz tutmuş toprağa. Kül rengine bürünürken gece, en ıssız ormanlarda dilek tutmalı belki de gece kuşları, haylaz çocukların sapanlarına denk gelmemek için. 
Bir sonra ki güne kavuşmanın özlemini içinde büyüten tarla kuşları, hiçbir canlıda olmayan sadece insan oğlunda var olan içgüdüselden de uzak avlanma hissine kurban gitmenin korkusunu yaşamamalı çalı diplerinde. 
Bir çocuğun yalpa yaparak annesinin peşi sıra koşması ve o iki dakikalık mesafe aralığı anneyi mi özletiyordu çocuğa yoksa anneye yeniden kavuşabilme dürtüsü müydü? Peşi sıra gelirken yere kapaklanan yavrusunu bağrına basan yine aynı anne, yavrusunun düşmeden önceki haline kavuşabilmenin özlemini yaşıyor yıldızlarla bezeli bir şehirde. 
Soğuk bir kaldırım taşı üzerinde kendi tüylerine bürünen bir kedi, önünden geçen tırnak araları siyah yağ lekeleriyle dolu işçi bir çocuğun elindeki simide kavuşma hayalini kurmasında gizlidir özlem. 
Bir çiftçinin nasırlı avuçlarından düşen tohum, toprağa kavuşmanın özlemini yeşermekte bulurken, en cani ve vahşi bir yaratığın boğazından içeriye bir lokma olarak inmenin acısını yaşıyor, kimsenin bilmediği zaman dilimlerinde. 
Yer yüzünün en vahşi yaratığı haline gelen ve vahşette sırtlanlara nal toplatan insan oğlu, özlemle kavuşmayı bir bedende iki ruh haline getiriyor hemcinsine.  
Kavuşmak, fırtınalı bir gecede sümüklü bir çocuğun, babasının akşam eve getireceği kırmızı bir bisikleti hayal etmesinde saklıdır.  
Bir sevgilinin önce gözlerine sonra dudaklarına düşen ölümsüz şarkının sözlerini saf bir duyguyla yeniden kavuşabilmek hayalini güderek sevdalısının kulaklarına fısıldamasıdır özlemek.  
“Seni kaybetmedim aslında, gece aldı seni benden” 
Gecenin karanlığında paltosuna bürünerek evinin yolunu tutan emekçinin omuzlarındaki yorgunluğu, eve vardığında küçük bir kız çocuğun çitlembik parmaklarıyla, kirlenmiş sakalını okşamasında saklıdır özlemek. 
Gün aydınlığını sevmeyen yarasalar en dipsiz mağaralarda yer tutar kendine. Dişlerinin arasından masumların kanı sızan yarasaları aratmayan yaratık, tüm özlemlerini alır onların, bir daha kavuşma dürtüsünü içlerinde öldürerek. 
Yağmur tanelerini bırakan kara bulutlar, yerini mavi göğe bırakırken, yeniden kavuşmanın özlemini çekerler bir nisan ortasında. Yeni bir bahara merhaba demenin hissini yaşarken yer yüzü, tüm masumlar adına tebessüm eder tomurcuklanmaya yüz tutmuş çiçeklerin arasından. 
Sahi öyle miydi? 
Kavuşmak özlemin yarışımıydı? 
Her kavuşmak, 
özlem mi saklıyordu benliğinde? 
Ve özlem duymak arkasına bakmadan 
ilerleyen kalbi yaralı bir kadının a
dımlarında mı gizliydi?  
Özledim. 
Söyleyeceklerim bu kadar, kısa ve derin 
der Cemal Süreya.