BOZOK YAYLASININ ENGİN GÖNÜLLERİ KARAVELİLİLER
(KARAVELİ KÖYÜ BELGESELİ)

Sivri Dağı ve Çomak Dağından doğan memba tadındaki sular, tertemiz topraklardan süzülerek zümrüt Karaveli Köyüne bereket olarak ulaşır. Suyun nimet olduğunu iyi bilen Karavelililer, en küçük bir kaynağı bile gelen geçen içebilsin diye eşme veya çeşme yaparken, ruhlarındaki eşsiz ikram güzelliklerinin de farkını yansıtırlar. Biliyorsunuz ki, bölgemiz insanındaki geleneksel tevazu; bir hayrattan kim su içerse içsin, hemen yapana, yaptırana ve emek harcayanların hepsinin geçmişlerine dua okunur. Şıhın Çeşme, Tekbaşın Pınar, Recepağanın Pınar, Şıhının Pınar, Harami Pınarları, Halisin Pınar, Safiye Pınarı, Gadah Halilin Pınar, Böyük Pınar, Çahırın Pınar, Halidin Pınar, Lohmanın Pınar, Hasanın Pınar, Yağmur Oluğu gibi lezzet, şifa ve dua kaynakları bu güzel niyetlerin ölümsüz birer örneğidir.

Mekan, imkan, ulaşım ve kaynak yetersizliği gibi olumsuzluklar nedeniyle zeminin fizibilitesi, lüleli pınar yapımına uygun değilse şayet, suyun çıkış kısmı eşilir, etrafı taşla çevrilir, sirkülasyonu için akıntı verilir ve bir göze oluşturulur ki, işte dizimizin üstüne eğilerek ilk kaynağından kana kana içtiğimiz bu yere ise eşme denirdi. Halis niyetlerle yapılan böyle güzelliklere emek harcayan hayırseverlerin geçmişleri başta olmak üzere, vatanımız, milletimiz, dinimiz, bayrağımız, birlik ve beraberliğimiz ile ebediyete intikal etmiş tüm geçmişlerimizin aziz hatıralarına yürek dolusu dualar gönderilirdi.   

İşte böyle samimi duaları kazanıp kazandırabilmek için herkes kendi imkanı ölçüsünde hayır hasenat yarışı yaparken, kazanan her zaman Karaveli olurdu ki, Laçidin Eşme, Hamonun Eşme, Takaüdün Eşme, Hacının Eşme, Gayış Pınar, Killiğin Eşme ve Gadirin Eşme gibi gönül güzellikleri, sadece su kaynağı olarak değil, aynı zamanda birer dua kaynağı olarak çağlardı. 

Pınarlardan, eşmelerden akan sular, kaynaklardan sızan gözeler ve eriyen kar suları köyün içindeki özde birleşip debisine güç katarak Akçaağıl, Çatırıh, Gantara, Gamişli, Mezer Ardı, Koyönü, Abdılla Çayırı gibi mekanları cennete çevirerek edalı edalı aşağı doğru akar giderdi. Burda yetişen bosdanlar, kelekler, hıyarlar, gozer gibi şemşamerler, ağ pahlalar, püsgülü mis gibi kokan misirler, gıcır gıcır yeşil suvanlar, kumpürler, gırmızlar, biberler, madenisler, naneler, dere otları; aroma ve görsellikleriyle insanı adeta kendinden geçirirdi. O zamanlar her bostanlığa çemen, reyhan, orta yerine yada kelilere tek tük kendir, öz kenarlarına da güller dilirdi ki, bunların kokusu ve esansı 500 metreden mest ederdi insanı. 

En estetik bosdanlık İnce Oğlan Mısdafa’nındı. Çolah Şahinin Mezer Ardındaki ve Takaüdün Ferdinin Köyün altındaki bosdanlıhlarda çoh zorluydu. Onların bosdanlıhdaki gırmızıların, suvanların, samırsahların boyu diğerlerinin iki katı olurdu. İplikli pahlalar, diplerine dikilen sırıklara dolanınca her biri birer çam ağacı gibi durur, kozlediği misirlerin, sınıra sarkan duğleklerin ve özel olarak ektikleri rengarenk sardunyaların, krizantemlerin görüntüsü ve kokuları bambaşka olurdu. Helede o halbır gibi şemşamer kellerini goparmak, biyazı yeşiline karışmış ala çamırlı hıyarları yolmak için millet gendini zor dutar, görenler gözünü bir türlü ayıramazdı.  

Karaveli insanın adı çok saygındı. Yalnızca Sorgun ve Sarıkaya’da değil, Yozgat ve tüm ilçelerinde, adamın kralı, diye bilinen Topal Apıh, Gubutcu Abdılla, Kor Şekir, Ulu Hacı, Gadı Memmed, Gosgos Osman, , Deli Nazir, İnce Musdafa, Kel Ali, Kötü Gıcı, Uzun Laçin, Deli Seyfi, Cin Mevlüt, Gıcı Müzafer, Çahır Osman, Dağermenci Gara Dursun, Bilal Çavış, Gadah Halil, Hersipes Kazim, Pullunun Saadet, Cıllıt Yusuf ve Deli Rifat gibi has gönüllü şahsiyetlerin hepside bu köylü.

Helede hanımları... Bilgisi, becerisi ve ulu sözleriyle tüm genç kızların imrenip, örnek aldığı, Şıhılının Sündüz, Obüğün Kelgız, Rifadın Kelgız, Tefiğin Selver, Dörtdodah Nezaket, Guru Pakize, Kurt Gızı Suzan, Ağrılı Salime, Garibin Şaziye, Koftelinin Mahbile, Gırmızı Gelin, Sarı Safiye, Miyase, Eminin Hayriye, Feridenin Döne, Şamilin Pakize, Mısdığın Nazente, Cıllıtın Hanım, İbişin Navrız, Yonuzun Deli Guler, Zernişan, Müsebe, Gara Lütfiye, Topal Fadime ve Deli Döne gibi çevrenin en görgü ve görenek sahibi hanımları saygı ve hürmetleriyle Karaveli’nin adını her yerde yüceltirlerdi. Bunlar, statülerindeki itibar, itaatle dinlenilen sözleri ve davranış kurallarındaki ustalıklarıyla en iyi iş-aş bilen Osmanlı hanımlar diye anılırlardı. Bunların yapdığı çokelik, gaynattığı bulgur ve kestiği erişteler herkesi imrendirirken, millet onlardan gorgü, görenek ve beceri öğrenmeye çalışırlardı.  

1970’li yıllara kadar köyün nerdeyse tamamı kara yapı dam evlerden oluşurdu. Kimse kimseden çok daha zengin değildi. Bu yüzdenmidir nedir, herkes herkesin evine gönül rahatlığıyla sığar, mahcubiyet ve utangaçlık hissetmezdi. Çamur suvalı kerpiç evlerin muhabbet ve samimiyeti diğerlerinin yanında insanın gönlüne çok daha hoş geldiğini bilirsiniz. İçinde ucuz bi kilim, tahtalı veya seki dediğimiz bir yükseltinin üzerine serili birkaç çapıt minder, duvara çakılı gelinlikten kalma bir halı, döşşeklik veya yüklük dediğimiz mekana dürülü birkaç kat yatak, yorgan, küstüm yastığı, misafirler geldiğinde serilen allı-gullü yün minderler gibi falan filan olurdu. Mutfak diye zaten bi yer olmazdı. Onun yerine helkelik veya bıcahlık dediğimiz rafta 3-5 zehen, 1 sitil, 2 helke, bir veya 2 pahır guşşene, ilağançe, teşt, boduç, desdi vs.den ibaretti. Evin ortasında sağı solu delik teşik teneke bi soba; yanında gurbe laylunuynan kesmik, tezek, çitilgi, kerme; tahtalının altında el ilağni, ırbıh, gapının ardına asılı bi peşgır evin genel döşengisi ve aksesuarlarını oluştururdu.

Buna rağmen bu mütavazi dam evlerin sahipleri, hanesine düğün alayı bile gelse, ordu konaklasa ekmekli aşlı, çaylı gayfeli ağırlamaya yeltenirdi. O zamanki misafirler konuk kimliğiyle başlara taç olurken, ağırlandıkları her mekanda sınırsız bir saygı, ikram ve hürmet görürdü. 

İşte bu içi muhabbet ve mutluluk dolu çamur suvalı kerpiç evlerin efsane ustaları ise Guzey Koreli Adozel, Ziyanın Dursun, Gadı Memmed, Şerif Kâya, Hocanın Mıhdat ve Hocanın Haşim’di. Bu güzel insanlar kardıkları bol samanlı çamuru, geçgerelerle çekip, tahta kalıplara dökerek, kestikleri kerpiçle o kadar düzgün ve orantılı duvar örerlerdi ki, Rönesans Avrupa’sının mimarlarını bile kıskandırırlardı. Yaptıkları ev, ahır, samanlık, tandır evi ve çırahmanlıklar, çevrede emsalsizdi. Bahçe duvarlarına vurulan siyeçler, depe delikleri, orantılı çörtenler, tandır evlerine eşilen kulle delikleri, çatal gapılar, zerzeler, firekler ve dam peçeleri, hep bunların işiydi.  

Karavelinin çok verimli bir arazisi var. Harabi Dağı, Üsüyün Pınarı, Türfen, Abdılla Çayırı, Topçu, Duz Gayası, Yeni Yurt, Gucük Burun, Tilki Deliği, İlyasoğlu, Böyük Dölek, Caminin Çayırı, Lohmanın Koprü, Çiftlik Yolu, Arhaçlar, Angut Yuvası, Gızılca Dere, Korpınar, Ahpulluh, Kül Yeri, Beştepeler, Solah Veli ve Hırsız Deresine can ekseniz can biter. Oranın pancarları, buğdayları ve mercimekleri alım ofislerinde hemen farkedilirken, başına üşüşen tüccarlar Gızılgayaların ekinimi veya Guccük Döleğen mercimağmi diye tanıyıp sorarlardı.  

Yav lezzeti, ince kabuğu ve şiresiyle Dedenin Başı ve Garabayır’da öyle ballı üzümleri olurdu ki. Helede Hamolar, Sofular Hacı Nazirler, Sofunun Nacib, Aşıh Naci, Şıhın Halit, Rıdvanın Oğlu Hacı Hasan, Takaüdler ve Mahmut Oğlu Satılmış; bağlarını öyle bi görürlerdi ki, aynı evin içi gibi tertemiz ederlerdi. Onların gördüğü bağların üzümleri, gaysileri, armutları hem parlak, hem albenili, hemde bal gibi olurdu. Bağ bekçileri en çok oraları beklerlerdi. 

Bilirsiniz ki, bizim oralardaki köy odaları “Adam Yetiştirme Kurumu” olarak bilinir. Büyüklere saygı, küçüklere himaye, yardımlaşma, dayanışma ahlak, görgü ve ikram kurallarının hepsini oralarda öğrenirdik. Oda sahipleri ise her biri sanki birer akademisyen, birer alim, bilge ve böyük adam kimlikleriyle, yönlendirici, eğitici sıfatlar takınarak adam gibi adamların yetişmesine vesile olur, kutsal hanelerine teşrif edenlere sürekli izzet ve ikramlarda bulunurlardı. 

Herkesin odası vardı. Emin Kâa, Çahır Osman, Ali Ağa, Üsüyün Kâa, Takaüdün Mısdafa, Dede Mevlüt, Mevlüt, Topal Apıh, Haboların Ahmet Çavuş ve Kor Dede’nin odalar gün boyu açık ve kilitsiz duruken, gelen her misafir şereflendirdiği haneye bereket getirir inanışıyla, adına ünvanına, variyetine ve nüfuzuna bakılmaksızın eşit şekilde ağırlanır, uğurlanırlardı. Köy odalarının her biri birer görgü okulu ve saygı kurumu niteliğindeydi.

Çavuş Köyü’nden, GümüşKavak’tan, Çamurlu’dan, Mansuroğlu Çiftliği’nden, Alişar’dan, Sivri’den, Gedikhasanlı’dan, İnevi’nden, Kepirce’den hatta Alcı’dan bile millet Şeytan Mırada, Şevket’e, Şeko’ya ve Kekeç Osman’a at-eşşek nallatmaya gelirdi. Bunlar bölgede namlı nalbantlardı. Onların nalladığı atların şahırtısı 50 metreden duyulurken, aynı bir çocuğa ayakkabı giydirir gibi ölçüp, biçip, kip orantıda nal çakarlardı. 

Bu köyün düğünleride dillere destan olurdu. Türtsüz Fatma, Deli Döne, Deli Yusuf, Dobah Ali ve Gurbaninin Recep ellerinde hâbeyinen okuntu dağıtınca anlaşılırdı ki, çok yakında bir düğün olacak. Ohuntu dağıtma ve Hâbe Dönderme farklıydı. Habe dönderilirken yakın akrabalar, köy hocası, gaham ve hısımlara bodu-culuh; sınarlara şibi, tavıh; gonuya, gonşuya ise bi galıp sabınnan, 1 metiro çit verilirdi. Ohuntu Dağıtma da ise tüm tanıdıklara gabıhlı fısdıh, sormuh şekeri, leplebi, sarı üzüm, gara üzüm, gınalı şeker gibi bir avuç kuruyemiş karışımı dağıtılırdı. Her ikisindede herfkes  “Allah hayırleylesin” diyerek bir sürü geleni gideni olacah diye sağanını, ağartısını düğün evine iletir, “Allah gınıyanın başına versin yavrım, düğünün gusuru çoh olur, gormiyeceğaniz” diye bugün bile en eğitimli insanların gösteremeyeceği tevazuları gösterirlerdi.

Düğünlerin, düzgünlerin yemeğini genellikle Keyvana, Dedikli Ana, Tömtömün Asiye, Haygonüşün Gızı Gulizar ve Şıhın Gızı Havise yapardı. Bu hanımların elleri bek işli ve bereketliydi. Hemde çok temiz, titiz ve becerikliydiler.

Bu köyün tüm hanımları bilgili, becerikli, görgülü ve görenekliydi. Garibin Haygonüş bi sini buksün, nerdeyse iki ilağançeyi bi oturuşta yerdiniz. Oburun Kelgızınan Şıhılının Sündüz mantıyı, Çanahçı Pelverinen, Tefiğin Selver Herleyi, Ayınan Yıldız, Deli Lifadın Korgız ve Nazirin Naboş ise hasideyi bek zorlu yaparlardı.

Topal Memedin Gara Haviseynen, Aliıhsenin Boynuağri Esme kurumuş ekmek ufahlarını taze açılmış yufkaya sarar, tereyağyınan gızardır, ravanını doker öyle bi pahlavu yaparlardı ki, şimdi Gaziantep baklavacılarının heç biri onların eline su bile dokemez. Yonusun Deli Guller, Deli Gadirin Döne ve Kel Kamilin Tokez duğürcük aşı ve herle bişirirken, üsdüne tereyağda bi suvan yaharlardı ki, o iştah açıcı görüntüsünün yanında yuha ekmağnen vallahi birer guşşene yerdiniz. Asimin Gulizar, Mısdafa Kânin Şıhının Havise, Eminkanin Hariye ve Halidağnın Cevriye ise muaazzam çokelik basarlardı. Güldane, Rebiye Garı ve Cıllıtın Hanımın ettiği ekmekler petek gibi olurdu. 

Tabiiki arada kavga gürültüde olurdu. Takaüdün Halis, Kamilin Çiğ Bilal, Gobeller ve Hamoğun Halil haksızlığa heç tahammül edemez hemen doğüşürdü. Kor Üllüye, Deli Feride ve Kor Zarife ye kimse çatamazdı. Helede Üllüye Bibi, garıh-gatıh sularken sıra beklemiye bek tahammül edemez, hemen suyun geverini gendinden yana çalardı. Sıra benim diyene kurağnen goyuncu uzadırdı. Millet, “Aman Üllüye Bibi tek sen sulada biz ondan soona sularıh.” deyip geriye çekilirlerdi.
 
Şıhın Havize’nin, Koftelinin Kerime’nin, Kor Narin Bibinin ve Gambır Döndü’nün muazzam bahçeleri olurdu. Duvarlarının üstünden sarkan gabah tefekleri, içeriden bucu burcu kokusu gelen hıyarlar, misirler, gırmızılar, guş ditmesin diyi gafası bürüğnen, tehlizinen dolalı şemşamerler, yola dokülen gaysi ve armutlar içeriden fışkıran bereketin göstergesiydi.

Bu hanımların gişileride bek işcimandı. Takaüdün Mısdafa, Şıh Arif ve Mısakâanin Nurettin avratlarının yumuşuna çocuk gibi gopar, ha bire bahçenin gıyısının, gıranının otunu, çöpünü ayıtlarlardı. Bahçe duvarlarının siyeçleri bile cıncıh gibi olurdu.  

Mırtıç Havcıynan, İrbahamın Gara Safiyenin bosdanlıhlarına bir bakan bir daha bakardı. Kutsal emekleriyle sevgi katıp yetiştirdikleri domatesler, biberler, soğanlar, fasulyeler, salatalık, maydanoz ve mısırları olurdu ki, bakmaya kıyamazdınız. Onların kaynattığı salça, kuruttuğu pahla, kışın bile aynı lezzet ve rayihasını korurdu. 

Hüsnenin Ihsen, Düccelinin Ahmet, Garakanin Fehmi ve Hamzanın İbraamın’ın elleri çok uz ve becerikli olduğundan millet onlara geçgere, gağnı, anadut, dirgen, yaba, dırmıh, sıyırgı vs. gibi araç gereç yaptırırdı. Torna gibi altın oran formatında kusursuz el işleri vardı.

İçinde zamanın ihtiyaçlarına binaen nostaljik ürünler barındıran içleri naftalin kokulu birbirinden albenili tüken dediğimiz bakkallar vardı. Tefiğin Satılmış, Memmed Hocanın Abdılla, Ala Kamil, Kürt Hasan, Kel Şamil, Hoca Salif ve Coke Satılmış’ın sahip olduğu bu bakkallarda güncel ihtiyaçlara özgü satışlar yapılırdı. Tahta raflara dizili püsgut, lohum, sormuh şekeri, gırıh leplebi, lamba şişesi, gaya şekeri, eflatun gutulu 100 gr’lık çay pakitleri, don lasdiği, tığ, ören bayan yumahları, masıralar, bürükler, makarnamalar, vita yağ, sanayağ, sabah yağ, renkli renkli laylun kadın ayakkabıları, gıslavetler, soğukguyu ayaggabılar, horuzlu şekerler, mantar dabancası, lamba fitili vs. gibi şeyler satılırdı.   
 
Çocuklar hep bakkalların önünde oynarken, hayran hayran içeriyi seyrederlerdi. Bazı günler atının terbiyesinden tutarak içinde rengarenk öteberi oyuncak, yiyecek ve kızlar için işlengilik malzemelerle  dolu üstü örtük tahta at arabalarıyla çerçiciler gelirdi. Bir mekana çul serip tezgah açınca etrafına mahşeri bi kalabalık birikirdi. 

Hepsi naylondan olmasına rağmen mutluluk dolu arabalarıyla hayallerimizi süsleyen çerçiciler,  laylun tahsi, tekerli horuz, vagınatlı motur, dingilli gamıyon; gız uşahları için bebekler, sapbanlar, mantar dabancaları, düdükler, gırıh leblebi, geçi boynuzu, iğde neler neler getirirlerdi. O kadar mütevazi ve gönülleri hoştu ki, koyun yünü, keçi kılı, gaysi çiğidi, laylun esgisi, alemiyon esgisi gibi argümanlarla takas eder, kimseyi parası yok diye horlamazlardı. Çalıya, çırpıya takılmış koyun yünleri toplarken, arada teklettiğimiz goyunların sırtından yün yolardık. Çerçiciler, bir köy odasında misafir olup kalmazsa, akşam karanlığı bastırmadan tezgahlarını toplar, süslü at arabalarıyla hayallerimizi de peşlerine takarak, başka bir köye doğru aşar giderlerdi kızıl ufuklu tepelerden.

Şimdi gros marketler, AVM’ler, ışıl ışıl hediyelik eşya dükkanları, farklı farklı teknolojik oyun ve oyuncaklar satan dükkanlar, ne satarlarsa satsın, ne yenilik getirirlerse getirsinler hiç birisi çerçicilerin getirdiği laylun oyuncakların verdiği mutluluğun zerresine bile ulaşamazlar. Farkında değildik ama bir araba dolusu mutluluk getirirmiş çerçiciler.

İlginç bir şey daha söyleyeceğim. O zamanki çerçiciler, köydeki bakkallarla çoğu aynı ürünlerden satmalarına rağmen, hiçbirisi çerçicilerin gelmesine itiraz etmez, “Herkes nasibini yer.” diyerek tevazu ve hoşgörü gösterirlerdi. Şimdi bir işletmenin önüne küçük bir işportacı gelse nerdeyse cinayet çıkıyor. 

Bazen inancı, ülküsü, eylemi, söylemi samimiyetsiz, toplumsal duyarlılığı güven vermeyen, vatan ve millet için hiçbir vefa ve fedakarlık göstermediği halde heyecan ve ümit aşılayarak bağırı çağırı kandırmaca konuşan siyasetçiler, din adamları, niteliksiz hocalar, klavye delikanlıları vs. vs gibi bir çok trübün şovmeni görürüz ya….  Her fırsatta Vatan sevgisinden, bayrak aşkından, toprak ülküsünden ve millet olma bilincinden bahseden , bilgisiz, görgüsüz ve samimiyetgsizlikleri ile güven duygularımızı zedeleyen bu tipler, acaba Karavelililerle karşılaşsalar, asaletleri, faziletleri ve fedakarlıkları karşısında utanıp ezilmezlermi?.

Yurt sevgisi, millet ülküsü ve bu uğurda fedakarlık gerektirecek hangi mefkure varsa, söz konusu vatan olduğunda, Karavelililerin sadakat ve samimiyetlerine kimse paha biçemez. Osmanlı Devletinden Türkiye Cumhuriyetinin Kurtuluş mücadelesine kadar bir çok savaşta kan döküp, can vermişler. Her evden bir şehit veya gazi var. Filistin Cephesinde, Yemen’de, Suriye’de, Irak’ta, Kanal Cephelerinde, Galiçya’da, Kafkasya’da, Kurtuluş Savaşında, Çanakkale’de, Sarıkamış’ta ve Güneydoğu’da, aziz vatanımızın bekası için hepside yürekleriyle mücadele vermişler. 

Karaveli köyünde hangi haneye giderseniz gidin birbirinden güleryüzlü gönüllerle karşılanırken konuk kimliğinizle her sofrada yer bulur, başlarına taç olursunuz.  “Misafir Bereketiyle Gelir” inancıyla, eşsiz bir ikram cömertliği ve sınırsız saygı görürsünüz. 

İkram ve cömertlik denilince, Yozgat bölgesinin en görgülü insanları Tekbaş Mısdafa, Kor İbiş, Lala Haşim, Deli Haşim, Uzun Salif, Topal Memmed, Danacı Abdılla, Şıhın Halit, Mısdığın Haşim, Kor Hamit, Ecer ağa, Kotü Halil, Akifin Halim, Gadı Memmedin Tekbaş, Halit Baba, Ömer Goca, Deli Gadir, Seyfi Baba, Bayram Usda, Zabit Dede, Eşrefin Behçet Hoca, Pot Hamdi, Koftelinin Uşâa, Koftelinin Kamil, Narinin Şıh Ömer, Nazirin Nuh, Garibin Hasan, Sofuların Bahaddin, Ziyanın Dursun, Ahmet Çavuşun Satılmış, Takaüdün Ferdi, Isbâaların Haşim, Gara Apıh, Niyazın Ecera, Çap Gadir, Goca Salif, İnce Oğlan, Gadah Halil gibi izzetli ikramlı, hatırlı hörmetli misafirperverliğine ve adamlığına paha biçilmez değerlerin namı ve karizması araya asırlar bile girse asla hafızalardan silinemez.

Karaveli’de Ramazan, bambaşka bir bereket, bambaşka bir güzellikte yaşanırdı. Bu ayın tadı ve neşesine doyulmadığı gibi, sürekli paylaşım ve muhabbet içinde geçerdi. Congulus Hacı Ömer, Teke Garip ve Cığış Celalettin zöhürde öyle bi teneke çalarlardı ki, nerdeyse Sarıkaya’dan duyulurdu. Köyü saran yemek kokuları, teravih namazlarının köy gecelerine kattığı canlılık, zöhürde tandır evlerinde telaşeyle yapılan bazlamalar ve hepsi birbirinden özenilerek pişirilen süslü yemeklerimiz…  

Helede Arefe günü telaşı. Arefe günü her çeşmeden zemzem suyu akar  derlerdi. Millet kapının önüne taşlardan çatma ocaklar kurar, üstlerinde teşt ya da hedik kazanlarıyla su kaynatıp, ilağende çocuklarını çimdirir, kendileri ya da yetişik gençler ise helkeyle suyu ılıştırıp, ahırda veya suluhluhda bir seki üzerinde çimerlerdi. Zemzem suyuna çimme çok önemli bir ritüeldi. Kilinen ya da zamanın modası yeşil sabınnan yağarnını eyice üfeletdirerek, assabını, alatını, dikoltasını, mintanını, goyneğani denişdirir, bayrama hazır olurlardı.    

Şeker toplarken en çok Goca Ömer’in, Mevlüt Çavuş’un, Hacı Nazim’in ve Deli Seyfi’nin itlerden korkarlardı. Çok yavuz itleri vardı. Adama bi ılgasın kimse önünden gaçamazdı. Ihdırdınmı 3-4 dene cenevar boğarlardı. Berber Gara Kamil bek it boğuşdururdu. Onun itlerini heç bi it buğamazdı. Gerçi bayram günlerinde hep bağlı olurdu.

Dağ bayır, yazı-yaban yemyeşil olurdu. Ekin tarlalarına kutsal yer muamelesi gösterilirken, Coke Satılmış, Lomen Yaraş, Şıh Ömer, Gambır Aliıhsen, Ziyanın Çıtı Memmed ve Ala Kamil’in ekin bekçilikleri döneminde bırakın milletin tarlasına malın melalın girmesini, garga bile gonamazdı.

Bağlar da öyleydi. Hadi erkağseniz Gôo göz Hamza’nın, Garacor Üsüyün’ün ve Cıllıt Yusuf’un beklediği dönemde birinin bağına girin…. Vallahi bi dutsun diynanen godunnuydu adamın şafağnı çokerdirlerdi.

Karaveli’nin gağnılarının gıcırtısı tâa Kepirce’den duyulurdu. Gara Osman’ın oküzler, Deli Haşim’in ve Takaüdün Halis’in Camızlarının ünleri Yozgatı bile aşdıydı. Hacı Nazir’in, Muhittin Duran’ın, Halis Avşar’ın ve Ömer Ünal’ın davarlarının guyruğu dağermen daşı gibi olurdu. Bölgede en çok rağbeti onların hayvanları görürdü.

Karaveli Köylüleri Ankara’da Ahmet AVŞAR’ın önderliğinde kendi kültür ve göreneklerini yaşamak, yaşatmak ve nesillerinin tarihi bağlarından kopmadan değerlerine sahip çıkma amacıyla Karaveli Kültür Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğini kurmuşlar. Yaptıkları birbirinden güzel etkinliklerle birlik ve beraberliklerini sürekli canlı tutuyorlar. Halen Bekir ACIR’ın Başkanlığında faaliyetlerini devam ettiren derneklerinin, Şinasi BAŞOL, Necip AKDOĞAN, Ersen AKKAŞ, Nebi Deniz AKDOĞAN, Ahmet KÖKSAL, Ali KARSLI, Cahit DURAN, Mustafa KARSLI,  Yücel DOĞAN, Metin AKDOĞAN ve Osman AKKAŞ gibi birbirinden çalışkan, vefalı ve fedakar bir yönetim kurulu var. Başkan ve ekibi her yerde köyü, köylüsü ve hemşehrilerini yücelterek anlatıyor ve sevdirerek tanıtıyorlar. 

İstanbul’da faaliyet gösteren işletmeleriyle Ünal Ünaldı Özsoy ve Sarıkaya yolu üzerindeki petrolü ve bir çok işletmesiyle cömert gönüllü işadamları Azmi Çetin, ülkemiz ekonomisine katkı sağlayan, milletimize iş, istihdam ve ekmek kapısı açabilmek için onlarca işçi çalıştırıyorlar. İçlerindeki memleket sevdalarıyla bu vatanın yücelmesi, insanının onurlu ve faziletli yaşamaları için ha bire istihdam olanaklarını zorlayarak bir çok haneye ekmek kazandırma niyetinde uğraşıyorlar.

Karavelililerin evlerine gelipte izzet-ikram görmeyen kimse olmamıştır. Halen köyde tarım ve hayvancılıkla uğraşan Muhtar Battal Duygulu, Ferdi AVŞAR, Mustafa Özdemir, Eyup Üstün, Mustafa Duran ve Ahmet Akpolat gibi güzel insanlar, has gönülleriyle bu ikram güzelliklerini sergilemeye devam ediyorlar.

Şeyhin Kirli Arifin mükemmel bir meyveliği var. Oğlu Berber Şahin ve torunu Oğuz Şahin zamanlarından ve emeklerinden tasarruf ederek bu güzelliğin yaşaması için fedakar gayretler sarfediyorlar.

Zübeyir DUYGULU, Satılmış ÜSTÜN, Necip AYDOĞAN, Osman Hafız, Hüseyin ÇETİN, Halil ALTAN, Mehmet CANPOLAT, Hacıbekir ÜNAL, Yusuf AKTAŞ, Habip BENLİ, İsmet AKBAŞ, Küçül Mustafa, Ala Kamil KILIÇ (Peynirci), Deli YAŞAR, Muammer GÖKÇE, Mustafa GÖKÇE, Bekir TÜRÖNÜS, Haşim TÜZÜNER, Niyazın Ecera, Çap Gadir, Goca Salif, İnce Oğlan, Çoban Yıldız, Kahir Yıldız, Mustafa Yıldız, Bekir TÜRÖNÜS, Haşim TÜZÜNER, Çoban Yıldız, Kahir Yıldız, Mustafa Yıldız, Halil DURAN, Yavuz DURAN, Canik ÜSEYİN, Hacı İbrahim BENLİ, Yaşar KARSLI, Memmet Hoca, Veysel Hoca, İhsan Hoca, Bağdat AVŞAR hepside ekmeği yenir, çayı içilir, hanesine sığınılır insanlar.  Türkiye’nin ünlü şairlerinden Ozan Ahmet YILDIZ’da Karavelili.  

Helede Habip BENLİ ve eşi Emine Hanım, Ruhi ALTAN ve eşi Aygül Hanım, Hüseyin DUYGULU ve eşi Resmiye Hanım, Muammer GÖKÇE ve eşi Emine Hanım, görgüsü, göreneği, cömertliği ve asaletleri ile çok saygın hatır hürmet sahibi insanlar.

Kenan DURAN ve eşi Sema Hanım, Kelami DURAN ve eşi Sultan hanım halen Karaveli’de güzel bahçeler yetiştiren çalışkan, titiz ve hörmetli insanlar. Köyün şu an itibariyle en yaşlısı Hacı Nazim Emmi. Allah sağlık ve uzun ömürler versin. 

İstanbul’daki Yusuf-Alaaddin-Gökhan Şahin kardeşler ve Şıhı Tuncer, Almanya’daki Cafer Tüzüner ve Ali Üstün, İzmir’de Hasan-Hüseyin-Mahmut Demetçi kardeşler, Ercan Kılıç, Bülent Üstün, Necibin Cevdet Aydoğan, Aşık Naci ve inşaat sektörünün aranılan değerleri Selami-Mahsuni-Mustafa Akdemir kardeşler ile Sorgun’daki İsmail ÖZDEMİR, Muzaffer ÖZDEMİR, Cemalettin ŞAHİN, Fikret ŞAHİN, Yafes BENLİ ve Lokman BENLİ köyleriyle bağlarını koparmadan her toplantı ve etkinliğe katkı sağlayarak iştirak ediyorlar.  

Yozgat bölgesinde Avşarlar, Go Ahmetler, Eminkagil, Molla Aligil, Mısakâgil, Akifağil, Satılmış Alangil, Üsüyünkâgil, Takaüdler, Hamolar, Mahmudağgil ve Sofular’ın hanedanlıkları her yerde konuşulur. Arar, Canpolat, Ünal, Hatiboğlu, Çetin, Gobel, Avşar, Uslu, Akpolat, Duran, Tüzüner, Tekbaş ve Yıldız soyadları çoğu yerde saygıyla anılarak tanınırlar.  

Dünya iyisi, altın kalpli Karavelililer arabaşı, şenlik, iftar programı ve köy buluşmalarıyla sık sık bir araya gelerek soğuyan bağları güçlendirmeye çalışıyorlar. Şehidiyle, gazisiyle vatan ve bayrak ülküsünü yüreğinde taşıyan sadakat ve samimiyet timsali Karavelililer, hemşehri kimliğimize saygınlık kazandırırken davranışlarıyla adımızı her yerde yüceltmeye devam ediyorlar. Has karakterleri, onurlu, yiğit ve cömert erdemleriyle çok seviliyorlar. 

Varolun yürekleri yakut, coğrafyaları zümrüt, ruhları ince has gönüllü insanlar. Varolun çalışkan, üretken, bilgili ve dürüst insanların köyü. Siz yüz akı güzellikler üretmeye devam ettikçe kazanan hep Yozgatımız olurken, biz adınızla övünüp, her yerde gururlanacağız. Ahirete intikal eden büyüklerinize Allahtan rahmet, yaşayan birbirinden kıymetli insanlarınıza sağlık, mutluluk ve uzun ömürler diliyorum. Cumhuriyetimize, Milli ve manevi değerlerimize ve hemşehri kimliğimize özünden samimice bağlı örnek kişilikteki vatansever çocuklarınızın, layık oldukları en yüksek makamlara gelmesi temennilerimle hepinize sonsuz sevgi ve muhabbetlerimi sunuyorum. 

Saygılarımla…