Bir türlü aydınlığa çıkamıyordu yüreğim. Yüreğim, yüreğine rehindi ama yüreğin bilmiyordu.
    Doğmak istedim simsiyah bir gecenin içinde, güneşe ramak kala hayal kurmayı bırakıp gerçeğe döndüm yüzümü. Aradım sonra yüreğini. Yüreğin bana küsmüş, yüreğin benden şeytana kaçalı yıl olmuş.
    Kaldım öylece; bir sesin tarifsiz pas kokulu arasında saatlerce.
    Sonra şehir göçtü üzerime. Karanlık geçti iliklerime, boynuma kadar çamur, boyum kadar çukur oldu benden geçişin ve en sonunda gömdüm Koray\'ı, senin görmediğin, hiç bilmediğin denizlere.
    Başımı göğe çıkartmak isterdim buğday misali, bilirsin buğday sağlam toprak ister, öyle her toprakla hasbıhal etmez ve başını göğe çıkartmaktan hiç korkmaz. “Gövdemi budarlar mı, toprağımdan kökümü ayırırlar mı?” Hesabı yapmaz.
    Ölmek ya da kalmak onun için ne edepli, ne edepsiz bir sondur. O korkusuz bir şövalye, o imdatsız maharetli cesur bir yürektir.
    Göğe başını çıkartınca ölmekte birdir, kalmakta. Lakin bir kere olsun gözlerini güne salmak ve bir kere olsun ay yüzüne bakmak ister. Sonra ölmüş, kalmış umru değildir…
    Özge\'m yıllar sonra elini ilk kez tuttuğumda, yaşadığım sensiz simsiyah ayrılıkların bir anını bile hissetmiş olsaydın, yok yok Koray\'ın bu an için nelere katlandığını bilseydin, şeytana pabuç giydiren yüreğinden nefret ederdin. Öyle ki, yanmakla, yaşamak arasında “o” ince çizgide sallanan yüreğim, tarifsiz acıların içinde milyon imdatlarda, avaz avaza acı iniltilerini, hüsran naralarını, acı pençelerini yüreğine yapıştırsaydı inan duramazdın, kaçamazdın, başkasının asla olamazdın Özge\'m.
    Bir adım ötemde şeytanla evcilik oynuyorsun, bir gün yanacağından habersiz. Ben can suyun olarak hazırda bekliyorum, yanan yüreğine yağmak adına.
    Yüreğimde saklı sonbaharım, Özge\'m bil ki; Koray\'ın seni seviyor, her türlü acıya, yanmaya rağmen.Karanlıkta kalan yüreğim