BİLİNDİĞİ gibi Mehmet Kemal Bey, Ermenilerin ve dönemin işgalci güçlerinin, özellikle İngiltere’nin baskısıyla, onlara yaranmak için Ermeni tehcirinden dolayı yargılanıp 10 Nisan 1919’da idama mahkûm edildi. 13 Eylül 1919'da gerçekleştirilen Sivas Kongresinde “Şehidi Milli” ilan edildi. 14 Ekim 1922 tarihinde de Büyük Millet Meclisi tarafından  “Milli Şehit” unvanı verilen Mehmet Kemal Bey, Boğazlıyan ilçesinde Kaymakam olarak görev yaptı, Yozgat Mutasarrıf vekili oldu.

Biz,  bilinen hikâyesini anlatmak yerine Kemal Bey’in yargılandığı 1919 yılının Ocak–10 Nisan tarihlerinde yayınlanan bazı gazetelerin tavırlarına işaret etmeye çalışacağız:

İstanbul gayri resmi işgal altında, ülkenin her tarafında isyanlar ve işgaller devam ediyor ve böyle bir ortamda Mehmet Kemal Bey yargılanıyor. Daha doğrusu sonu önceden belirlenmiş olan bir yargılama yapılıyordu.

Kaymakam Kemal Bey, Bekirağa Bölüğü’nde hapis yattığı günlerde, yurdun her tarafı İngiliz oyunlarına sahne olurken, İstanbul Beyoğlu’nda bazıları işgalcilerle balolar düzenlerken, henüz mahkeme başlamamışken 6 Ocak 1919 tarihli Alemdar Gazetesi’nde Refii Cevat (Ulunay) şöyle yazabiliyor: “Siyasette hangi yol? İngiltere’nin eğilim duyduğu taraf şimdiye kadar siyasetin hiçbir safhasında hiç iflas etmemiştir, edemez. Menfaatimizi İngiltere’nin müttefikleriyle bize açacakları ana siyasette görüyoruz.”

Bu mandacı kafa yalnız değildir elbet. Daha sonra bu daha garazkâr ve kindar yazılar da yazacaktır. 

Bazı gazetelerde “Tarihi Muhakeme” başlığıyla verilen haberlerde, ilk duruşma bile yapılmadığı halde, mahkemenin başkanlığına getirilen Mahmut Hayret Paşa beş altı gün önce, yani 30 Ocak 1919 tarihinde Sabah gazetesine verdiği beyanatta, mahkemenin ne sonuç getireceğini açıkça işaret ediyor ve; “Bu, Reşit gibi, Sabit gibi, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal gibi memleketi kanlar içinde bırakan cani şahısları kaymakamlığa, mutasarrıflığa ve valiliğe kadar terfi etmiş ve hemcinsini koyun keser gibi boğazlamış olanlar şimdi serbest serbest geziyorlar. Kanun nazarında bunlar suçludur, canidir. Bunlar da cezalandırılmalıdır” diyordu. Diyordu ve kurulan Divan-ı Harbi Örfi mahkemesinin başkanlığına getiriliyordu. 19 Duruşmanın ilk 12’si Mahmut Hayret Paşa başkanlığındaki mahkeme tarafından yapılmıştır!

Dün olduğu gibi bugünde kalemşorlar hizmetlerine devam ediyor. Yargısız infazlar, muktedir gölgesinde yer kapmak uğruna insanlık onurunu ayaklar altına almalar, dün ak dediğine ertesi gün kara çalmalar devam ediyor.

Kaleme aldıkları yazılar o gün okunup unutulsa da, gelecekte nasıl bir yalaka olduğunu gerçeğini, ortaya koyacaktır.

2009 yılı gazete köşe yazılarını okursanız eğer, “Ergenekon Terör Örgütü” konulu binlerce yazı kaleme alınmıştır. Sonuç!!! Rubeleri sökülen generaller, yıllarca beyhude ceza evlerinde tutulan Türk askerleri, bugün masumiyetini ispat etmiş her biri birer kahraman olarak anılmakta. Bu kahramanlara “terörist” damgası vuranlar ise yeni hainler yaratma gayretindeler.

Kaymakam Kemal Beyin idam edilmesi Osmanlı sarayını sallamış ve topyekun kurtuluş mücadelesine dönüşmüştür.

Türk milleti yüz yıl geçse de Refii Cevdet tarafından kaleme alınan ve Kemal Beyi kastederek;  “Sehpalar bu adamlara layık değildir. Koparılması lazım gelen bu kafalar kütükler üzerinde kesilip günlerce ibret taşında kalmalı… Tehcircilerin tutuklanması yetmez. Bunların kafalarının koparılması gerekir… Tutuklamalar gözümüzü doyurmadı. Daha ziyade şiddet! Daha ziyade şiddet! Daha ziyade şiddet!” unutulmamıştır, unutulmayacak ta!

Buna mukabil İstanbul işgal altında, kurumlar işgal idaresindeyken henüz beyinlerini işgalin emrine vermemiş olan gazeteciler de vardı. Bunlardan Süleyman Nazif, 6 Nisan tarihli Hadisat gazetesinde mevcut duruma, uygulamalara ateş püskürüyordu. Son duruşma başlamadan bir gün önce mert bir kalemin feryatları, şikâyetleri vardı:

Türk Milleti’ne yapılan haksız ithamları kabul etmiyorum. Özellikle Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in davasının son günlerinde Türk Milleti’ne yönelik hücumlara dikkat edilmelidir. Ermenilerin sevki askeri sebeplerledir. Ancak bu esnada suiistimali olan İttihatçıların ağır bir şekilde cezalandırılmaları gerekir. Ben İttihatçıları değil, Ermenilere karşı dinimi, ırkımı, devlet ve milletimi müdafaa etmek istiyorum. Bana Ermenileri kim öldürdü, diye soruyorlar. Ben de bu soruya; Van’da, Bitlis’te, Erzurum’da, İran’da ve Azerbaycan’daki yüz binlerce Müslüman’ı kim öldürdü? Sorusuyla cevap vermeye inatla devam edeceğim.

Ali Fethi Okyar, “Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin ve bu kabinenin tuttuğu felaket yolunu tasdik eden padişahın tarih önündeki mesuliyetini aradan geçen zaman unutturamayacaktır. Çünkü Kemal Bey’in suçlu görülerek idamı ile kendi öz devletimiz, bu cinayet iddialarının doğruluğunu kabul ve tasdik etmiş olmaktaydı” diye yazmıştır. Maalesef ne kadar da haklı çıkmış bulunmaktadır. Zamanımızda da sürmekte olan “soykırım” iddiaları ve bu iddiaları kalemlerine dolayan R. Cevat’ların hala varlığını sürdürmeleri Kemal Bey’in şahsında yapılmış olan büyük bir tarihi hatanın ürünleri değil midir?

Kemal Bey’in idam öncesi söylemiş olduğu son sözleri hatırlatmak istiyorum:

Sevgili vatandaşlarım, ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazifemi yaptığıma vicdanım emindir. Sizlere yemin ederim ki, ben masumum. Son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa KAHROLSUN BÖYLE ADALET!..”

Ne diyebiliriz?.. Allah, Türk Milleti’nin idaresinde görev alanları bir daha bu tür telafisi mümkün olmayan tarihi hatalar yapmaktan uzak eylesin…

Birileri sürekli Türklüğü, Türkçülüğü kendilerine hedef seçip düşman bellese de, Nemrut Mustafa gibi kalem kırsa da, daima Nemrutluğuyla anılacaktır.