ELİME bir kazan tutuşturdu.  Kapağını açtım baktım, kafamı kaldırmadan ''bunun içi boş'' diye söylendim. ''O dert'' diye arşılık verdi. Ardından, buzdolabının kapağını açtı, bir patlıcan, bir baş kelle soğan, bir baş sarımsak, 200 gram kadar paketlenmiş kıyma, 5-6 tane yeşil biber, 5-6 tane domates, bir avuç taze fasulyeyi tek tek uzattı. Aldım, boş kazana doldurdum. ''İşte bu da dermanı'' dedi, rahmetli anam...
Yerköy ilçesindeki, iki odası ile bahçesinin bir bölümü Çiçekdağı ilçesinin Köseli köyü sınırları içerisinde kalan, tam iki ilçe sınırı üzerindeki evimizi satlığa çıkartıp, anam, hasta yatan rahmetli babam, en küçük kardeşimiz Selahattin, yanımızda kalan en büyük ağabeyimin kızıyla Yozgat'a taşındımıştı, ailem. Amcamın çocuklarına ait Eskipazar Mahallesi'ndeki, babamın vefat ettiği eve taşınalı fazla olmamıştı. 
Daha önce okumak üzere geldiğim Yozgat'ta bekar evimde tek başıma yaşarken, fazla bir sorumluluk duymuyordum. Canım isterse yemek yapıyor, bazen komşulardan yemek getirenler oluyordu. Bazen de akrabalarımın, ablamın, ağabeyimin evine gidip, aç karnımı duyuruyordum.  Kendi halimde yaşıyordum...
Henüz babamın vefatının şokunu atlatmamıştık. Evin sorumluluğunu omuzlarımda yavaş yavaş hissetmeye başladığım dönemlerde, önceki yaşam hikayelerim gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçip, gidiyor. Bazılarına duygulanıyor, bazılarına özlemle bakıyor, bazılarını hiç aklımın ucundan bile geçmesine tahammül edemiyordum. Hayalle gerçek arasına sıkışmışlığım vardı. Çare neydi, çaresizlik nasıl bir duyguydu? Tüm bunlar arasında gidip, gelişlerim çözüm arayışlarım, yakınlarımla paylaşmaktan korktuğum karmaşık duygularım...
TURŞUNUN DENESİ YOK!..
Babam rahatsızlanıp, sürekli doktor kontrolünde olması gerektiğinden, Yozgat'a taşınma kararı büyüklerimiz tarafından alındı. Kamyon tutuldu. Okul arkadaşlarım olan Zübeyir ve Naci ile birlikte Yerköy'e gittik. Eşyalar büyük bir kamyona yüklendi. Eşyaların üzerine bindik. Zübeyir, kamyon üzerinde kendisine bulduğu güvenli bölgede otururken ''burada turşu bidonu var!'' diye seslendi. Kapağını açtı, birer dilim bizlere verdi, bir dilim de kendisi aldı. Bir taraftan sohbet ediyor, diğer taraftan da Zübeyir'in uzattığı turşu dilimlerini miğdemize indiriyorduk. Kamyon, Eskipazar yoluna döndü, evin önünde durdu. Eşyaları indirdik. Anam, ''yoruldunuz, biraz dinlenin, açıkmışsınızdır yemeğinizi de yiyin'' diyerek, bizi salonun ortasına hazırladığı yer sofrasına davet etti. Ortada bir kazan bulgur pilavı. Kenarında yufka ekmekler. Biz sofradaki yerimizi almak üzere hazırlık yaparken, anam salondan çıktı. Yufka ekmekle sıcak bulgur pilavını yerken, anam kapıda elinde turşu bidonu ile belirdi. ''Turşunun sadece suyu kalmış, tanesi yok!'' diye söylenirken, biz sofra başında göz göze geldik. Zübeyir istifini bozmadan, ''Yolda gelirken kamyon kasası fazla sallanıyordu, dökülmüştür'' diyerek, durumu kurtarmaya çalıştı. Anam güldü. ''Oğlum dökülseydi suyu dökülür, denesi kalırdı. Bunun suyu duruyor, denesi yok!'' diye karşılık verdi, ''neyse ben size ayran yapayım'' diyerek yanımızdan ayrıldı.
BİR EVDE, İKİ İLÇEDE İKAMET
Hem Yerköy, hem de Çiçekdağı ilçesinde ikamet eden sadece biz değildik elbet. Bizim gibi o kadar çok aile vardı ki. Kimi konutlar evin elektriğini Çiçekdağı ilçesinde, suyunu Yerköy'den temin ediyordu. Bitişik nizam konutta oturanlar birbirleriyle sabit telefon ile şehirler arası tarife ile konuşmaktan pek rahatsız görünmüyorlardı. Yerköy ile Çiçekdağı ilçesi sınırları içerisinde ikamet edenlere özellikle seçimlerde iki ayrı ilçeden seçmen kağıtları geliyor, isteyen ikisini kullanabiliyor, istemeyen birisini tercih ediyordu. Oy verip seçtiğiniz belediyeden değil de, oy vermediğiniz, katkıda bulunmadığınız bir başka belediyeden hizmet talep etmek gibi bir garip durumla karşılaşıyor, yaşamınızı sürdürüyordunuz...
SUYUNUZU KESTİM!..
Çiçekdağı ilçesinin Köseli Köyünün şebeke suyunu Yerköy Belediyesi karşılıyordu. Seçimler bitmiş, başkanlar koltuklarına oturmuş, muhtar mührü almaştı. Yerköy Belediyesi, şehir içerisinde yürüttüğü Arnavut Kaldırımı yol çalışmaları kapsamında ihtiyaç duyduğu kumu Köseli Köyü sınırlarından temin etmeye kaylkışınca, Köyün Muhtarı, ihtiyar heyetiyle birlikte karşı çıktı. ''Kum istiyorsanız bedelini ödemek durumundasınız'' denildi. Yerköy Belediyesi de şebeke suyunu kesip, ''bende size su vermiyorum, gidin nereden temin ediyorsanız edin!'' restini çekti. Anam, komşularıyla birlikte çeşmeye gidip, boş kovalarla geri döndüklerinde durum anlaşıldı. Gazetelere konu 'Kum kavgası köylüyü susuz bıraktı' başlığı ile yansıdı. Sorun uzun süre çözelemedi. Köylüler, daha doğrusu iki ilçe sınırına yakın bölgede ikamet edenler uzun süre su ihtiyaçlarını eşeklerle taşıdıkları su ile karşılamaya çalıştı...
HER İŞTEN ANLAMA HALİ
Rahmetli anamın okuması yazması yoktu ama hayat kavgasına çok küçük yaşta başlamıştı. 16 yaşında, daha önce birden fazla evlilik yaşamış olan babamla yolları kesişip, evlenmişti. Şekerpınardan çıkıp, Yerköy ilçesine gelin getmiş, varlığı da yokluğu da dibine kadar yaşamış bir kadın olarak, bizleri yetiştirirken, hem okumamızı hem de meslek sahibi olmamız konusunda, henüz çocuk yaşlarımızda gerekli adımları atmıştı. Yaz tatillerinde hepimiz farklı meslek gurupların 'eti senin kemiği bize yeter' denilerek, çırak olarak verilmiş, bunun sonucunda da her işten anlayan, en azından kendi işimizi kendimiz yapabilecek kadar anlayabilen bir nesil olarak, yetişip, bugüne geldik...
İŞTE DERT BU DA DERMANI
Kazan içerisine doldurduğum malzemeleri ''ne olacak bu!'' diye sordum. ''Yemek olacak!'' diye karşılık veren anama, ''yemeği ben mi yapacağım?'' sorusunu bile yöneltemedim. ''Bugün yemeği sen yapacaksın, biz de yiyeceğiz'' diye, cümlesini tamamladı. Kazanı, içerisindeki malzemelerle birlikte alıp, kapımızın önündeki çeşmede yıkadım. Doğradım. Kazanın içerisine biraz yağ döktüm, sonrasında da önce biber, patlıcan, taze fasülye, soğan, sarımsakları birbiri üzerine yerleştirip, en üste de domatesleri yerleştirip, yanmakta olan küçük tüplü ocağın üzerine bıraktım. Bir kenara geçtim, yemeğin pişmesini beklerken, dalmışım. Anamın ''ne düşünürsun?'' sorusu ile irkildim. ''Bak oğul'' diye başladı, konuşmaya. ''Bu kazan boş kalırsa, dertler bitmez, kavgalar bitmez, sıkıntılar bitmez, huzur bulamazsın. Senin anlayacağın boş kazan derttir. Ses yapar, uzuktan duyulur. Kazanın içi dolup, yemek olduğunda hane huzur bulur. Çıt çıkmaz. Karnı doyan çekilip bir kenara sessizce oturur. Karnı tok, sırtı pek olmalı insanın'' diye öğüt verdi. Sonra, evin daracık avlusuna kurduğu teşt içerisinde bizlerin bir haftalık birikmiş kirli çamaşırlarını arındırmaya devam ederken, yiğenim de minicik elleriyle ona yardım etti...