20 Haziran 2020 Emin Çölaşan

SEVGİLİ okurlarım, Türkiye'de gazeteciliğin hangi koşullarda yapıldığına burada bazen (utanarak bile olsa) değinmek zorunda kalıyorum.
Herhangi bir yazıyı yazarken, herhangi bir habere imza atarken, ister istemez düşünüyoruz:
Acaba başıma iş gelir mi!
Hele yazdıklarınız iktidarın hoşuna gitmiyorsa, gitmeyecekse, sonrası için her şeye hazırlıklı olacaksınız.
Tehditler, hakaretler, küfürler, iftiralar, aşağılamalar, her şey…
Yazdıklarınızın doğru olup olmaması hiç önemli değildir. Önemli olan fırsat bu fırsattır deyip size sövmeleridir!
Saygı Öztürk'ün Perşembe günü gazetemizde “Trabzon böyle bir yükseliş görmedi” başlıklı bir haberi çıktı…
Ali Ayvazoğlu isimli biri belediyede işçi kadrosunda imiş.
Sonra eşinden boşanmış, AKP'den milletvekili olan Bahar Ayvazoğlu isimli bir hanımla evlenmiş ve böylece yükselişe geçmiş.
 Her ikisinin de yükselmesi böyle başlamış, Ali Bey'e bu iktidar tarafından yeni makamlar ihsan edilmiş.
Şimdi yeniden daha etkili bir takım makamlara yükselmesi bekleniyormuş. Haber özetle böyle.
Ortada, gazetede çıkmış bir haber var…
Doğru olabilir, yanlış veya abartılı da olabilir.
Ama İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun yaptığı neresinden baksanız çok yanlış…
Sabahın erken saatlerinde zehir zemberek bir açıklama yaptı ki, aynen şöyle:
İnsanlık görevimi yapıyorum. Saygı Öztürk'ün bu yazısı namussuzluktur. Bahar Hanım ahlâklı, faziletli bir kadındır.
Ali Bey'e minnettarız. Trabzon turizmini ayağa kaldırdı.
Bugünden sonra bu namus düşmanına (yani Saygı'ya) kim röportaj verirse, gözümde aynı namussuzluğun ortağıdır, haysiyet celladıdır
.”
Sonra yazılı açıklamasında bir düzeltme yapıyor, “Kim röportaj verirse” cümlesini “Kim muhatap alırsa” diye değiştiriyor.
Şimdi Bakan Bey'in bu mesajına neresinden bakmalı!..
 Haberde kendi ismi geçmiyor.
İma yoluyla bile olsa kesinlikle geçmiyor.
İkincisi, haber yapan bir gazeteciyi hangi hakla “Namussuzlukla” suçlamaya kalkışıyor?
Üçüncüsü, Saygı Öztürk'ü bundan sonra muhatap alacak herkesi de aynı anda namussuzlukla suçluyor.
Elindeki namus terazisini bilmiyoruz ama olacak şey değildir.
Kendinden yana olmayan gazetecileri bakanlık ve iktidar gücüne sığınıp suçlamak kolay iştir.
Bakan Bey çok büyük bir yanlış yapıyor.
Belli ki Trabzon'da yaşayan ve haberde adı geçen kimselerle çok yakın bir ilişki içerisinde.
Dayanamamış, o satırları yazmış.
Belki de o aileden kendisine rica gelmiş:
Abi bizim hakkımızı sen korursun, senden bunu bekleriz!..”
Ve Bakan Bey oturmuş bilgisayarının başına, camı çerçeveyi indirmeyi bu yolla başarmış!
AKP milletvekili hanımefendi için “Bahar Hanım ahlaklı, faziletli bir kadındır” diyor.
Peki ama haberde söz konusu hanımın ahlakına, faziletine laf eden bir tek sözcük var mı?
Şimdi işin geneline bakalım…
Gazeteci haber yapar, yazı yazar.
İçinde hatalar, yanlışlar, hatta yalan ifadeler ve hakaretler varsa açıklama gönderirsin.
Daha da olmazsa savcılığa şikayet edersin, ayrıca tazminat davaları açarsın.
Saygı'nın haberinde bunların hiçbir yok.
Eğer yalanı yanlışı varsa, haberde adı geçenler gazetecinin ne yaptığını herkese duyururlardı. Ama Bakan Bey değil.
Üstelik Bakan Bey makamına hiç yakışmayan hakaret ve tehditler savuruyor…
Çok ayıp ve yakışıksız oldu…
Ve düşünün ki, bizim can ve mal güvenliğimiz kendisinin elinde. Bu durumda biz kime nasıl güveneceğiz!
Sevgili okurlarım, Süleyman Soylu'nun bu inanılmaz sözleri sonrasında dün bizim kesimde yer alan muhalif gazetelerin köşe yazılarına baktım.
 Ne yazık ki Can Ataklı dışında hemen hiç kimse bu konuya girmemişti!
Sadece gazetelerde değil, muhalif bildiğimiz internet sitelerinde de durum üç aşağı beş yukarı aynı idi. Sadece Saygı'nın televizyonda ağladığı haber yapılmıştı.
Bizim kesimin genelinden, muhalefet partileri dahil ses yoktu!
Demek ki vuruş güçlü bir yerden geldiği takdirde, karşı taraf istediği kadar haksız olsun, yanlış yapsın ve hakaret etsin, biz suspus oluyorduk!
Kendi adıma bir gazetecilik deneyimi daha kazanmış oldum.
Keşke kazanmasaydım.
***

Saygı Öztürk: Kalemimi 
Kırk yıldır hiç satmadım

Selcan TAŞÇI HAMŞİOĞLU - 20 Haziran 2020

İÇİŞLERİ Bakanı Süleyman Soylu, "Bir insan, namusunu sokakta bulmamıştır. Saygı Öztürk, bir bürokratik atamaya değil; bir kadının namusuna iftira atmaktadır" diyerek, "CHP'li kadınlar"dan, gazeteci Saygı Öztürk'ün, "Trabzon böyle bir yükseliş görmedi" başlıklı haberini bir kere daha okumalarını rica edince, sosyal kimliği "CHP'li kadın" olarak tanımlanabilecek biri olmamakla birlikte, bir kadın gazeteci olarak kayıtsız kalamadım.
Önce, Soylu'nun altını çizerek paylaştığı satırları, sonra haberin tamamını ve en son olarak da, bir anlamda bu haberin girizgâhı yahut kaynağı sayılabilecek, Öztürk'ün 17 Haziran 2020 tarihli "Trabzon'da neler olduğuna bakalım" yazısını bir kere daha okudum. Sonra bir kere daha.
Çok şükür bugüne kadar ne zekamla, ne de algımla alakalı bir sorun yaşamadım ama masanın bir tarafında bir meslektaşımızın (mesleğimizin de aslında), diğer tarafında ise bir "kadın", bir "anne"nin "namusu" dururken, risk alamadım ve tekraren okumak yetmedi; "Doğru mu, yanlış mı anlıyorum" diye teyit için Saygı Öztürk'ü de aradım.
***
Şunu içtenlikle söyleyebilirim. Bir kadın, bir anne ve bu kimliklere sahip bir gazeteci olarak, o yazıda, "Bizim askerlerin eşleri ve sevgilileri de Güneydoğu'daki gaziler için maarif takvimine soyunsun" diyen Nagehan Alçı'yla bile son derece medeni söyleşiler gerçekleştirebilmiş Sayın Soylu'nun, "İnsanlık görevimi yapıyorum. Saygı Öztürk'ün bu yazısı namussuzluktur. Bahar Hanım ahlaklı, faziletli bir kadındır. Ali Beye minnettarız Trabzon turizmini ayağa kaldırdı. Bugünden sonra bu namus düşmanını kim muhatap alırsa, gözümde aynı namussuzluğun ortağıdır, haysiyet celladıdır…" demesine yol açabilecek ne var anlamadım.
Her şeyden önce haberin konusu AK Parti Milletvekili Bahar Ayvazoğlu'nun "mahrem"i değil; Sayın Soylu, bazı satırların altını çizerek paylaşmamış olsa belki kimsenin aklına ima edildiği iddia edilen o "başka şeyler" gelmeyecekti bile.
***
Saygı Öztürk, haberinde Bahar Ayvazoğlu'na "ahlaksız" demiş mi?
Hayır.
"Faziletsiz" demiş mi?
Hayır.
Ne demiş?
Başta Sayın Bakan eliyle olmak üzere zaten yeterince nakledildiği için alıntılamamda beis yok herhalde, "Bahar Hanım (Bahar Ayvazoğlu) ise Mustafa Yanmış'ın Merkez İlçe Başkanlığı döneminde AKP'ye sekreter olarak işe alındı. Ayvazoğlu, ilçe binasına sıkça gidip gelmeye başladı. Evli olan Ali Ayvazoğlu, Bahar Hanım'la dostluğunu ilerletti. Ayvazoğlu eşinden ayrıldı ve Bahar Hanım'la evlendi…" demiş ve Ali Ayvazoğlu'nun, Ankara İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne kadar uzanan "kariyer öyküsü"nü bildirmiş. Buna dair de "İftira" demek dışında henüz elle tutulur hiçbir itirazda bulunulmadı takip edebildiğim kadarıyla. 
Zira, Öztürk; Ayvazoğlu'nu bir gün önce Trabzon'dan başka bir çok "akraba kontenjanından atama" örneği paylaştığı yazısında da anmıştı ama o yazıya bu tonda bir tepki gelmedi!
***
Böyle olunca, Fatih Altaylı'ya hak vermeden yapamıyor insan, acaba gaye "asıl meseleyi, tali meselenin içine gizleyip gözden kaçırmak" olabilir mi?
Öyle ya… Mevzu bahis "namus" ise; "Bir toplum içinde ahlak kurallarına ve toplumsal değerlere bağlılık"la birlikte "Dürüstlük, doğruluk" olarak tanımlanıyor Türk Dil Kurumu sözlüğünde…
Ve, kamuda haksız yükseliş olup olmadığının, bu milletin hakkının gasp edilip edilmediğinin sorgulanması da namus düşmanlığı değil bizatihi "mesleğin namusu" sayılır gazetecilikte.
***
Saygı Öztürk'le dün yaptığımız kısa "Geçmiş olsun" görüşmesini de aktarıp öyle bitireyim. Öztürk, tartışılan haberiyle ilgili, "Nereden çıktı bütün bunlar anlamadım; haberde asla öyle namusa dil uzatmak gibi bir şey söz konusu değil. Ben, haber yaparken çok titizimdir. Yazdıklarım yanlış anlaşılmasın diye kılı kırk yararım. Burada da "gönül ilişkisi" veya benzeri bir ifade kullanmadım mesela. Ama birinin nasıl yükseldiğini, onun geçmişine değinmeden de anlatamazsınız ki…" dedi ve Bakan'ın kadınlara yaptığı çağrıya destek verdi:
"Ben de rica ediyorum lütfen bütün kadınlar bu haberi okusunlar; nerede dil uzatmışım…"
Hürriyet'te gazeteciliğe ilk başladığı yıllarda, Keçiören'de bir bekar evinde kaldığını ve her sabah erkenden kalkıp, 8 km. yürüyerek işe gittiğini anlatan Öztürk, "Asgari ücretle çalışıyorduk ve aldığımız yol parasına yetmiyordu. Dişimle, tırnağımla geldim bugüne. Bu benim gururum" dedi.
Öztürk'e, KRT'de, Çiğdem Akdemir'in sorusu üzerine akan gözyaşlarını da sordum."Konuşurken masamın üzerindeki kalem takıldı gözüme… Ben o kalemi 40 yıldır satmadım… Kötü oldum" oldu cevabı.
***

Sen kimsin ki 
Süleyman Soylu?

Orhan UĞUROĞLU - 20 Haziran 2020

Saygı Öztürk saygıyı hak eden basın emekçisi, fikir işçisi, gazeteci, adam gibi adam ve gazetecilik mesleğinin namus abidesidir. Saygı Öztürk'ü "namussuzluk" ile suçlamak ne Süleyman Soylu'nun ne de bir siyasetçinin ne de bir bürokratın haddi değildir.
İçişleri Bakanlığı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin en önemli kurumlarının başında gelir.
Meslek hayatım boyunca bu makama gelen çok sayıda siyasetçi tanıdım.
Ve diyebilirim ki sarayın ataması Süleyman Soylu denen bu kişi o bakanların hiç birinin yerini asla dolduramaz.
40 yılı aşkın meslek hayatı olan Türkiye'nin gözbebeği gazeteci yazar Saygı Öztürk'e, Soylu'nun söylediği "Namussuz" sözcüğü Türk siyasi hayatında "kara leke" olarak anılacaktır.
Ne demek namussuz?
Ey Soylu; Bir bakan olarak böyle bir hakareti bırakın bir gazeteciyi bir insana nasıl yaparsın?
Partini terk edip AKP'ye geçen sen değil misin?
İstifa etmeyi bile beceremeyen sen değil misin?
Sen namus timsali bir gazeteciye, "namussuz" diyerek sadece kendini küçük düşürmekle kalmadın, Türk polisine, Türk jandarmasına layık bir bakan olmadığını da gösterdin.
Cumhurbaşkanlığı kabinesine layık bir bakan olmadığını da ispatladın.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin en önemli makamlarından birini hak etmediğini de ispatladın…
Bakan oldun diye vatandaşlara hakaret etme hakkı mı kazandın?
Sen mahallede misket oynarken, Saygı kardeşim bakanları, başbakanları, cumhurbaşkanlarını bugün olduğu gibi onuru ile izliyordu.
Karınca dahi incitmeyen ve mesleğini şerefiyle yaparak ödüller kazanan, onlarca kitap yazan ve tüm siyasetçilerin değer verdiği Saygı Öztürk bil ki senin bu hakaret sözünle asla değer kaybetmez.
Saygı Öztürk'ün yazısında adı geçen kişiler haklarında bir haksızlık bir yanlışlık yaptılarsa basın kanununa göre, "tekzip" hakları ile maddi ve manevi tazminat haklarını kullanırlar.
Eğer yanlış bir haber ise yargı kararı ile aynı sayfa aynı sütunda tekzip yayınlanır.
İstifa ile AKP'liler arasında kaybettiğin prestijini namus abidesi gazeteciye saldırarak kazanmaya mı çalışıyorsun?
Erdoğan'ın nezdinde kaybettiğin itibarını bu hakaretinle yeniden kazanmaya ve tekrar gözüne girmeye mi çalışıyorsun?
Değerli okurlarım,
Soylu mesajında AKP'lilere şöyle sesleniyor;
"Bugünden sonra bu namus düşmanını kim muhatap alırsa, gözümde aynı namussuzluğun ortağıdır, haysiyet celladıdır"
Görülüyor ki; Soylu kendini de makamını da, konumunu da aştı…
Kendini Erdoğan'ın yerine koymuş hatta Erdoğan'ın dahi bugüne kadar yapmadığı şekilde; AKP camiasına bu kadar sert ve hakaret dolu talimat verebiliyor… 
Değerli okurlarım,
Halkın haber alma hakkı çerçevesinde etik mesleki kurallar ve yasalar çerçevesinde haber yapan, köşe yazısı yazan kişilerdir gazeteciler.
Anayasa ve yasalarla tanımlanan sınırlar içerisinde mesleklerini icra ederler.
Yanlış bir bilgiyi yazabilir, kimi haber kaynakları tarafından da yanıltılabilir.
Ancak bunları düzeltmenin yolu yasalarda çok açık ve net belirlenmiştir.
Saygı Öztürk'ün Trabzon'daki yaşananlara yer verdiği yazısında hata, eksik ya da fazla varsa yüzde yüz eminim ki ilk yazısında düzeltir, hatta özür diler.
Ancak yazdıkları doğru ise bu saldırı neden?
AKP'li siyasetçilerin dokunulmazlıkları mı var?
Değerli okurlarım, "Haksızlıklara karşı susan dilsiz şeytandır" sözünü benimseyen bir gazeteciyim.
Meslektaşlarıma yapılan saldırıları, yargısız infazları, siyasi yargı kararlarını hazmedemiyorum.
Gazetecilik suç değildir…
Değerli okurlarım.