Kalbimin şarkıları ağlıyor bu gece ve bu gece sen yoksun yine…
    İnleyen nağmelerimin “la” sesi ve dinmeyen acılarımın tek merhemi sensin. Külümün adı, rüzgârın yönü yok.
    Bir türlü toparlanamayışlarımın mazereti, yazmalarımın hiçbir dayanağı yok.
    Neye sığınsam şimdi gövdem altında kalır sonra neye sarılsam taş ve neye yaslansam toprak olur.
Adı mantığımın bile almadığı, beynimin sensizlik yoksunluğu ve bu yoksunluk gece yarıları başıboş sokaklara vuruyor, yönünü bilmediğim adımlarımı…
    Soğuk bir yandan, sıcak öteki yandan alçak bir basıncın içine hapsediyor varlığımı ve varlığım kan ter içinde üşüyor.
    Titremelerimin sayısız boşluğunda yürüyorum, anlamı olmayan yokuşlara çıkıyor adımlarım.
    Gölgem her defasında cismimi ürkütüyor.
    Çöp bidonları yalanan kedilerin yuvası olmuş, hırıltılar kanımı geriyor, kanım ruhumu ve ben ruhumu içimde tutmakta zorlanıyorum.
    Dönüp vuruyorum, kaçıp vuruyorum ve ürken gecede sadece ben olmuyorum.
    Kendime sesler icat etmişim, kendime korkulardan sıyrılma reçeteleri vermişim. Islık çalıyorum mezarlık yolunda, yere daha bir sert basıyorum karanlık boyunda.
    Ayak seslerim ruhumu dinginliyor ve yokluğunun azametli duruşu bütün bildiğim “gelle başlayıp, gelle biten” duaları unutturuyor…
    Seni bir kez gördüm, sana bir kez dokundum ve bir kez ayrıldım senden.
    Bütün ömrümün ezberlerini bozdu gözlerin ve ellerin bütün kirlerimi sıyırdı kirli tenimden. Sonra sensizlikle bedellendi kalan yaşantım…
    Kalan her şeyim sensin ve kalan her şeyim sende.
    Bana getirir misin kalan yaşantımı? Yoksa bundan sonra devrik tümcelerin içindeki beni aramakla mı kalırım?
    Ve yüklemi ve öznesi olmayan, geçmiş zamanın yitik kimliği ben mi olur yine?
    Söylemelisin giydiğim gömleğin adını. “İdamlık mı, bayramlık mı” sende kalan son yolum?
    Yoksa bir başka bahara kalan ateş böceği miyim günahkâr koynunda?