YOZGAT halkının yüzde doksan dokuz nokta dokuzu Müslüman ve muhafazakâr. İnançlı, devletine karşı son derece bağlı ve saygılıdır. İtaatkâr bir yapıya sahip olmakla birlikte tarihini kültürünü çok iyi bilmese de gelenekçidir. İnancını dahi okuyarak araştırarak öğrenmek yerine sözlü ve geleneksellikle gerçekleştirenler çoğunlukta. Bu yüzden de Din görevlilerinin halk üzerinde önemli etkisi var, hitabet te çok önemlidir.
Özellikle son yıllarda Cuma hutbelerinin Diyanet tarafından merkezileştirilmesi, diğer illerimizde nasıl etki yapıyor bilemem ama, Yozgat halkının hafızasında iz bırakmadığı aşikar.
Önümüz Ramazan, şu günlerde bir hafta sonrasını bile görecek durumda değiliz. Teravih namazı kılınacak mı?, kılınmayacak mı? bilemiyoruz. Halkımız şimdiden alışveriş telaşesine düşmüş vazıyette. Beş yıldan beri gözlemlediğim bir gerçek var ki söylemeden geçemeyeceğim. Her Ramazan ayı geldiğinde fiyatların birden artması, bazı ürünlerde yüzde yüze varan etiket değişikliği dikkatimi çekti.
Alan da Müslüman, satanda…!
Bu mübarek günlerde milletin cebine para var mı, yok mu kimse düşünmüyor, sanki zavallı fakir halkın cebine Ramazan ayında ekstradan bir para girmiş gibi birbirimizi cezalandırıyor, kimi günaha kimi de helal lokmasını harama gark ediyor.
Yukarıda da belirttiğim gibi din görevlilerimiz Yozgat halkı üzerinde etki edecek yerel sorunlara dair vaaz ve hutbe hazırlamalı.
Her şehrin kendisine has üslubu, erkanı vardır. Diyanet İşleri Başkanı Yozgat’ta ne tür sorunlar yaşandığını bilemez. Daha da ötesi; Yozgat il Müftüsü bu konuda DİB’nı bilgilendirmeli, verilen vaazlar da Yozgat halkının vicdanına dokunmalıdır.
Bugün Diyanetin merkezileşmesi, cemaat ve tarikatların aktif hale gelmesinin önünü açmakta, cahil cühelanın zihinlerini küfür gıybetlerle doldurarak yeni yeni örgütler türetme gayretindeler. Dün ALLAH adı ile kandırarak, tepemize bomba yağdıranlar bu halkın içerisinden çıkmamışımıydı? Sözde; Diyanet “gerçek İslam dinini öğretmediği” gerekçesiyle bu yapılara teslim ettiğimiz evlatlarımız, kendi evimize bir kilo et götüremez haldeyken kurbanlarımızı bile verdiğimiz, Camilerde köy ve kasabalarda para buğday toplayıp sergi serdiğimiz sözde ALLAH dostlarına aslında Dinimizi, inancımızı evlatlarımızı kurban verdiğimizi unutturmayalım. Bu vebal başta din adamlarımız olmak üzere hepimizin.
Hepimiz çok sıkıntılı günler yaşıyoruz, gönül isterdi ki her kurban bayramında kurban ve derilerini, milletimizin zekat ve fitrelerini toplayan DİB keşke daha aktif görevler alabilseydi. Örneğin, maske dağıtımını üslenebilir, herkeste kolayca ulaşabilirdi. Diğer bir konu minarelerden verilen sala ve dualar halk üzerinde bir tesir uyandırmadığı gerçeği.
Halkımız talimatlı ibadet içtihatları içi boş görüyor, samimiyet arıyor. Örnek mi istiyorsunuz? Bir zamanlar merkezi sistemden ezan okunuyordu, neden kaldırıldığını siz benden daha iyi biliyorsunuz.
Bu ülkede iktidarlar değişir, kural kaideler değişir fakat İslam dini değişmez. Rızkı verenin ALLAH olduğuna iman etmişsek eğer, ALLAH’ın doğrusunu haykırmak zorundayız. Örneğin; Faizin her türlüsü haramdır. Eğer siz bunu yumuşatma gayretine girerseniz bu millet tefecilerden evine ekmek götüremez hale gelecektir. Çünkü harama kapı aralamış oluyorsunuz.
İsterseniz siz Hocalarımızın da sıklıkla başvurduğu gibi kıssadan bir hisse ile yazımı tamamlayım;
Padişahınız Çamur İçinde..!
İstanbul Sarıyerli Sadık Hoca, Ayasofya camiine vaaza gittiği bir günde, yerde çamurlar içinde duran bir kibrit kutusunun kapağında Sultan Abdülaziz’in resmini görür ve bunu alıp cebine koyar. Camide kürsüdeki yerini alır, cemaatin safları sıklaştırdığını görünce besmele çekerek sözlerine başlar ve elini cebine götürüp vaazını dinlemeye gelen cemaate kibrit kutusunu göstererek:
-Gökten indi sandığınız adamı, “padişahı” çamurlar içinde buldum! Der. Cami içerisindeki jurnaller vasıtasıyla saraya haber verilir ve kendisinin Akâ'ya sürgün edildiğini öğrenir. Yeni görev yerini tebliğ eden zaptiye müşiri, ona şöyle bir sual sorar;
-Hocam siz zahiri Ulemasından mısınız, batıni Ulemasından mı?
Sadık Hoca şu cevabı verir:
-Zahirş Uleması dediğiniz adamlar, devletten haksız ve mübalâğalı aylıklar alanlarsa, halkın sefaleti içinde bol kollu feraceler ve çifte atlı arabalarla gezenlerse, müdahane “bir kimsenin gözüne girme” ve rüşvetten utanmamakta ihtisası olanlarsa ben onlardan değilim! Cevabını verir.
Sadık Hocanın o günkü doğru sözü kendisine zulüm olsa da aradan geçen asra rağmen bugün hafızalarda dürüstlüğüyle iz bırakmıştır.
Aslında hepimiz faniyiz. Hepimizin bahara dönük hayalleri planları vardı. Şimdi parası, makam mevkisi olan herkes güvercin misali bir odaya tünedik. Ölülerimiz bile sessiz sedasız kalkar oldu. Ölüme tüm insanlık inansa da, ölmeden ölmeyi beceremedik.

Dün yanmaz kefen satanlar, bugün halkın karşısında eldiven maskeyle dolaşıyorsa biri bizi ALLAH adı ile aldatmış demektir.
Görünmeyen bir mikrobun karşısında sinmeyen tek kesim var, onlarda ilim ve bilim adamları, sağlık çalışanları. Kürsülerden 'kız evlatlarınızı okutmayın' diye haykıranlar, 'hastanelerde kadın Doktor var mı?' diye sorduklarında, 'Efendim, siz fetvalarınızda kızları okutmayın diyordunuz..!' Yanıtını yüzlerine haykıramadık. İman ettiğimiz halde İslam’ı yeterince araştırmadık, kulaktan duyma bilgilerle inandık. ALLAH adı ile aldatılsak ta, İmanımızdan şüphe etmedik.
***
Not; Hükümetimiz tarafından alınan karar doğrultusunda yeni bir AF yasası gerçekleştirildi. İnşallah ülkemizde bir daha suç işlenmez, kimse o zindana mahkûm olmaz. Çıkarılan affı adil bulmadığımı, inşallah yeni hesaplaşmalara neden olmayacağını ümit ediyorum.