Türkiye’nin kafasını kuma soktuğu dönem sona erdi. Açılım adı altında en üst düzeyde yürütülen politikalardan vazgeçilmek zorunda kalındı. İçinde ne olduğunu, pazarlıklarda ne konuşulduğunu hiçbir zaman öğrenemediğimiz bu politika, terör duvarına çarptı. Şimdilerde açılım politikasının mimarlarının ne yüzünü görüyoruz ne de sesini duyuyoruz. 
Cumhuriyetin kuruluşundan önce olduğu gibi sonrasında da milletimizin ve devletimizin iki tane baş belası vardır. Bunlardan birisi bölücü faaliyetler ise diğeri de  geçmişte irticai faaliyetler olarak adlandırılan bugün ise İşid gibi örgütlerle somutlaşan gerici akımlardır. 
Bölücü faaliyetlerle mücadele için onlarca yıl sürecek bir devlet politikamızın olmadığını kabul etmek zorundayız. Sertlik politikası olarak adlandırılabilecek askeri ve polisiye mücadelenin başarıya ulaştığı noktada bunun siyasi-ekonomik-sosyal politikalarla beslenmesi gerekirken bundan tam olarak vazgeçilmesi en hafif tabiri ile fahiş hata olmuştur. 
Son yıllarda  ülke yönetiminin  tercih ettiği,  uygulamaya  koyduğu yumuşama, açılım, özgürlük siyasetinin,  terör örgütüne hazırlık, terörist temini, psikolojik üstünlük, bölgede hakimiyet, finans sağlama gibi sonuçlardan başka bir netice sağlamadığı anlaşılmıştır. İyi niyetle başlandığını kabul etsek dahi gelinen aşamanın yangını büyüttüğü görülmektedir. Hemen her gün gelen şehit haberleri ile analarımız da biz de ağlamaktayız. 
Güvenlik politikalarından vazgeçerek  yada askıya alarak terör sorununu çözmenin  mümkün olmadığını defalarca öğrendik.  Şu gerçekle yüzleşmek zorundayız. Bölgede yaşayan ve terörize olmuş öyle bir kesim var ki,  devlet olarak hangi hizmeti verirseniz verin, özgürlük ve demokrasi adına ne yaparsanız yapın, ne kadar ekonomik kaynak varsa onları  bölgenin refahı için sonuna kadar harekete geçirin yine de tatmin olmayacak ve bölücü hedeflerinden vazgeçmeyeceklerdir.  İşte belki de on yıllık çabaya rağmen bir kez daha başa dönmemize neden olan da bunlardır. Bu grupların milletimizin ortak değerlerini taşımadığı da bilinmektedir. Kürt kökenli vatandaşlarımızın daha iyi yaşamaları bunların asla istemedikleri bir şeydir. Daha çok Rus ideolojisine yakın olan bu ihanet gruplarının ülkeyi bölmek yanında diğer asli hedefleri komünist anlayışla uydu devlet oluşturmak çabasıdır. 
İhanet duygusu sonuna kadar içine işlemiş bu insanların hukuken de her gün  suç işlemeye devam ettikleri görülmektedir. Türk Ceza Kanunu’nda özel olarak vatana ihanet adı altında bir düzenleme bulunmamakla birlikte bu tür eylemlerden sayılabilecek ve yasada suç sayılan, devletin egemenlik  hakkını temsi eden bayrağı  aşağılama, Türklüğü, Cumhuriyeti, Devletin kurum ve organlarını aşağılama, Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, düşmanla işbirliği yapma, yabancı devlet aleyhine asker toplama, askerî tesisleri tahrip, Anayasayı ihlâl  gibi birçok eylem sıklıkla gerçekleştirilmektedir. 
Bu ihanet grupları bu eylemlerini sadece dağlarda değil kendi aralarındaki görev dağılımın bir gereği olarak içimizde ve resmi kuruluşlarda dahi utanmazca yürütmektedirler. 
Türkiye’nin elli yıl  dahi olsa ısrarla ve sapmadan uygulayacağı bir devlet politikasını gerçekleştirmesi zorunludur. Bu politikanın olmazsa olmazı güvenliktir. Bunun üzerine oturacak eğitim, ekonomi, kültür, toprak, bayındırlık gibi çok yönlü politikaları ile bölge insanımız ve çocuklarımız bu hainlerin elinden kurtarılmalıdır.