ALTI yıl oldu Yozgat’a geri döneli…
Ömrümün otuz beş yılını sürgündeymişim gibi yaşadım. On dört yaşımda annemden, babamdan, kardeşlerimden uzakta gurbetle tanıştım.
Fırsat bulduğumda yaz-kış demeden soluğu Yozgat’ta alır; ailemle, sevdiklerimle kucaklaşır, gerisin geri İzmir’deki yuvama ve işime dönerdim. Memleketin havasını teneffüs etmek bana terapi gibi gelirdi.
Evet, Yozgatlı birey olarak hayatımın otuz beş yılını İzmir’de idame ettirdim. Hayatımda yapacağım yanlışların memleketime mal edileceği düşüncesiyle hareket ettim hep. Üzerime vazife olan ne varsa kusursuz bir şekilde yerine getirmeye çalıştım. Diğer taraftan da çokça kitaplar okuyarak kendi kendimin hocası oldum ve kendimi yetiştim.
Sanıldığı gibi öyle üniversite falan okumadım, daha doğrusu okuyamadım. Yozgat İmam Hatip Orta Okulunda okurken, parasız yatılı hizmet veren vakıflar yurdu olarak da bilinen yurtta kalıyordum. Bizleri çocuk denecek yaşta kendi siyasi gelecekleri için piyon gibi görenler sürekli bir yerlere taşıma gayretindeydiler. Tıpkı cemaat yurtlarında olduğu gibi, bu yurtta da eğitim çok önemli değildi. Kendilerine ne kadar itaat edersek, o kadar gözde öğrenci sayılırdık. Daha çocuk yaşta bu kalıba girmeyi reddettiğim ve onların derneklerine gitmediğim için iftira atarak, beni Vakıflar Yurdundan uzaklaştırdılar, okumama engel oldular.
İftira Neydi?…
Aynı zamanda öğrenci de olan MTTB (Milli Türk Talebe Birliği) yöneticisi bir pazar günü akşamı bütün öğrencileri yemekhanede toplayarak; “Bu akşam tekvando gösterisi var, herkes bu derneğe gidecek.” dedi.
Benimle birlikte yaklaşık 15 kişi Pazartesi günü yazılı sınavımız olduğunu beyan ettik ve mütalaa salonunda ders çalıştık. Yemekhane, yatakhane kilitli olduğu için derneğe giden kişiler gelmeden koğuşlar açılmazdı. Nitekim geldiler ve onlarla birlikte koğuşlarımıza gittik. Sabah da kalkıp okulumuzun yolunu tuttuk.
Akşam yurda döndüğümde kapıda müdür tarafından görevlendirilen, yaşı benden oldukça büyük bir öğrenci benim yurda giremeyeceğimi, müdürle görüşmem gerektiğini söyledi. Yurdun hemen girişinde bulunan müdür odasının kapısını çalarak içeriye girdim.
-Hocam, adım Osman Karaca, beni görmek istemişsiniz, dedim.
Yurt müdürü cevaben;
-“Osman Karaca, yurttan atıldın!” dedi.
Nedenini sorduğumda, “Dün akşam yatakhanede bir öğrencinin 1000 TL parası çalınmış, herkes derneğe gittiği halde sen yurtta kalmışsın!” dedi. Oysa yatakhaneler kilitli olurdu ve o yıllarda bir öğrencinin cebinde bırakın bin lirayı, hem vallahi hem billahi yüz lirayı bile görmek mümkün değildi. Çünkü hepimiz fakir öğrencilerdik. Hatta hafta sonları kendimize iş arardık. O gece benimle birlikte on beş kişi, bir de belletmenin (stajyer öğretmen) olduğunu anlattığım halde eşyalarımı elime vererek beni kapı dışarı ettiler. 
Yurttan atıldığımı öğrenen bir arkadaşım, o zaman un pazarında bulunan Ülkü Ocaklarına götürdü beni. Başkana durumu anlattı. Başkan, yurt müdürüyle sert üslupla konuşarak beni yurda tekrar aldırdı. Diğer gün ben merdivenlerden yukarı çıkarken, merdivenin başında bekleyen, ağabey dediğimiz son sınıf öğrencilerinden biri hızla yukarıdan aşağı indi. Hiç beklemediğim bir anda dirseğiyle burnuma vurdu ve anında ağzım burnum kan içerisinde kaldı. O halimle müdür beyin odasına gittim. Ağlayarak durumu anlatmaya çalışırken “Sen benim başıma bela mısın lan, defol git odamı kirletme!” diyerek beni kapı dışarı etti. İşte o gün bugündür iftiranın cahiliyim. Okula gitmeden okuyan biriyim.
En az iki fakülte bitirmiş insanlar kadar kitap okudum. Diplomasız olduğum halde köy köy dolaşarak Yozgat’ı tanımaya, derlediğim öyküleri kaleme almaya çalıştım. Yozgatlıya küstüm fakat Yozgat ile barışığım. Bana bu büyük acıyı yaşatan müdür, genç yaşta ölmüşlerine kavuşmuş. Toprağı bol olsun,.. Affetmek şöyle dursun, hakkımı bile helal etmiyorum. Ne acı ki bana bu iftirayı atan, sözde dini bütün Müslüman’dı.