OTURMUŞ iftar bekliyorken düştü aklıma, akşama kader tek düşüncemin midemi doldurmak olduğu. Kendimi bir amaç için aç bırakıp adını oruç koyuyorum. Vakti gelince de hücum ediyorum yemeğe. Sonra ibadet ettiğim zannıyla vicdanımı rahatlatıp çayımı yudumluyorum. 
Bütün derdi yeme içme olan bir toplumda yaşadığım bilincine kapılıyorum aniden. Kendi açlığımı genelleyerek herkesi kendime benzetiyorum. Birisinin "insan bu dünyaya sadece yemeye içmeye gelmiş olamaz, daha önemli bir amacı olmalı" dediğini hatırlıyorum. Şu an tek amacımın karnımı doyurmak olduğunu bildiğimden daha kutsal bir ülkü göremiyorum. Çorbanın damağıma vereceği hazdan  daha önemli ne olabilir ki koca dünyada, kavurma ve pilavın birlikteliğini hiç saymıyorum bile.
Açlığımı kutsuyorum, yemekler Kabenin putları gibi dizilmiş karşımda. Biraz sonra karşımda perişan olacaklar, tatlı niyetine Hubel'i yemeyi planlıyorum. Çünkü gün boyu oruç adlı ibadeti yerine getirip kendimi bir ilahi bir kisveye yakıştırıyorum. Vicdanım çok rahat, orucumu tuttum yani koskoca  12 saat hiçbirşey  yemeden durdum ve melekler kadar masumum.
Buraya kadar kendimi anlattım, kimse üstüne alınmasın. Şimdi de ötekilerden bahsedeyim biraz. Dünya üstünde yaklaşık sekiz milyar insan yaşıyor. Bu sayının sadece bir kaç milyonu her istediği refah şartlarına sahip, bir kaç milyarı da orta sınıf olarak yaşamını sürdürüyor. Bu rakamın belki yarısı günde iki öğün yemek bulabilirken yaklaşık bir milyar insan sürekli oruç halinde. Yani bir öğün yemeği ya buluyor ya bulamıyor. 'Benim ibadetim' diyerek böbürlendiğim hadiseyi mecburen yaşayanlar, karşılığında bir cennet beklemeden aç yatan çocuklar var. Ben bir cennet uğruna feda ettiğim öğle yemeğini önemserken, kendimi haşa yarı tanrı moduna ayarlayıp gezerken, üstüne üstlük bu insanlardan daha kutsal bir dine sahip olduğumu her fırsatta vurgularken, yani kısaca geçici açlığımla övünürken sormak istiyorum ben miyim Müslüman?
Bir insanın derdinin bütün alemin derdi olması gerektiğini ifade eden bir peygamberden, bir tas çorba ile iftar eden bir peygamberden geldiğimiz nokta kişisel firavunluğumuzdan başka nedir. 'Allah nimeti dilediğine verir' diye düşünüp, olmayanı 'kısmetsiz' diye niteleyip, yüz çevirip gitmek midir mensubu olmakla övündüğümüz kutsal inanç? Hadi Bangladeşte, Nepalde, Hindistanda ve Çinde aç yaşayan garip gureba 'Müslüman değil' diye ötelediniz peki ya Yemen, ya Afrika ya Suriye. İnsanı 'şu bu' diye vasıflandırmayı sevmem ama velev ki 'bizden ve onlardan' diye ayırdık diyelim, ne olacak bu bizden olanların daimi orucu? Sen düğmeyi çevirince akan suyu, ancak bir bidon içerisinde gören,  susuzluğunu gidermek için sadece dudağını ıslatan o Allahın kullarının hali ne olacak? Önünde dizili duran meyve suları, şerbetler seni hiç utandırmıyor mu?
Ramazandan ve oruçtan ne anladın ey Müslüman? Kazanmaya çalıştığın cenneti haketmek için sadece aç kalmak yetiyor mu? Fakirin hallerini iftar sofranda beş çeşit yemekle mi anlıyorsun? Ben bu soruları kendime hep soruyorum, cevaplarım beni küçültüyor. Aklımızı, sardığımız o Ramazan pidesinin arasından çıkarıp düşünmek zamanı arkadaşlar. Bu güzel günlerin bir de hesap günü gelecektir.
Sözlerimi Nisa Suresinden bir ayetle noktalıyorum:
"Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr eden kimse iyice sapıtmıştır."
Hayırlı Ramazanlar.