HAVA sıcaklığının 30 derecenin üzerine çıktığı günün devamında, aydınlığın kendisini akşamın alaca karanlığına bırakmaya hazırlandığı saatlerde, mahallede  koşuşturma da başladı. Mahalle'nin tam orta yerinden geçen Selvi Caddesi'nin iki yakasında bulunan evlerde yaşayanlar adeta sokağa üşüşmüşlerdi. Kadınlar, 'çöplük' adı verilen, hemen yanı başında bulunan mahalle çeşmesinden helkelere, bakraçlara su doldururken, günün dedikosunu yapıyor. Başka bir grup kadın, mahallenin ortasında çöplüğün devamındaki çayırların üzerine oturmuş, bir taraftan kazak örüp, işlengi işliyordu...

DÜLBENTLİ PERDE...

Mahallenin çocuklarındaki heyecan doruğa ulaşmış, akşam gösterime sunulacak 'Karagöz ile Hacivat' oynunun hazırlıklarını yapan mahallemizin Osman abisi başta olmak üzere, diğer büyüklerimizin çalışmalarını izliyordu. Bir taraftanda da abilerimizin, büyüklerimizin 'git şunu getir!' talimatlarını yerine getiriyorduk. Mahallemizin tek aracı olan Faik Amca'nın atarabasının iki tekerinin arasına, annelerimizin başlarına örttüğü beyaz dülbentleri birbirine eklenip, beyaz perde oluşturulduğunda, gündüzün aydınlığı geceye teslim olmuştu bile. Heyecan daha da arttı... Mahallede ne kadar çocuk var, Faik Amca'nın atarabasının bulunduğu alandaki çimlerin üzerinde yerlerini aldı. Gösterimi duyan, aslında aynı mahalleden olmalarına karşın, Selvi Caddesi'nin iki cephesinin dışında ikamet eden ailelerin büyükleri de çocuklarını getirmişlerdi. Her şey tamam, perdenin açılmasını, oyunun başlamasını bekliyorduk. Mahallemizin Osman Abisi geldi, bizleri boy sırasına göre atarabasının perde takılı bölümünün karşısına yerleştirdi. Hepimizin görebileceği şekildi...
PERDE AÇILIYOR...

Emekliliğine kısa süre kalan, ancak aşırı kilosu nedeniyle görev yaptığı Emniyet Teşkilatıyla ilişiği kesilince, Belediye Zabıta Amiri olarak kalan süresini doldurmaya çalışan, ak saçları nedeniyle bizlerin 'Pamuk Amca' diye hitap ettiği, büyüklerimizin o yıllarda hakim-savcı-polis-bahçıvan gibi rollerde yer alan Hulusi Kentmen'e benzettiği Hamdi amca, elinde kutu ile alana girdi. Tüm gözler ona çevrildi. Yanına çağırdığı abilerimizden bir kaçı ile atarabasının arkasında konuştular. Sonrasında, mahallemizin 'artisti' olarak adlandırılan, Tanju Korel'e benzeyen fiziki görünümüyle Fikret Abi, Karagöz ile Hacivat hakkında bilgi verdi. Sessizce dinlememizi, gülmenin ve alkışlamanın ise serbest olduğunu belirtikten sonra gaz lambaları ile ayrınlatılmaya çalışılan tülbent perdede oyun sahnelendi. Gece çocuklar için çoktan olmuş, yatma vakti gelmişti. Oyun sonunda birazda çöplüğün bulunduğu alanda koştuk, ardından evlerimizin yolunu tutarken, her zaman olduğu gibi 'ayağımın altında ne var?' sorusuna 'davul' karşılığını verip, hep bir ağızdan 'evine gitmeyen gavur!' nidalarıyla, zaten birbirine bitişik evlerimizin yolunu tuttuk...

KULAKLARI KÜPELİ...

Selvi Caddesi'nin Delice Irmağı'na yakın bölümünde ikamet eden, her gün sabah ve akşam aynı saatte görmeye alıştığımız, sessiz sakin birisi vardı. Çocukluk işte... Her geçtiğinde peşine takılır 'Deli deli, kulakları küpeli' diye, kızdırmaya çalışırdık. Konuşmazdı. Dönerdi, cebinden çıkartığı küçük taşları bize atardı. Bizlerde kaçardık. Caddesin ana yola çıkışında bulunan Jandarma Karakolu'na kadar bu takip devam ederdi. Büyüklerimizden birisi görüp, bizleri azarlamadığı sürece...

KARAGÖZ MÜ? HACİVAT MI?...

Akşam izlediğimiz oyunun ardından derin bir uyku sallayıp, sabahın ilk ışıkları ile birlikte sokağa fırladık. Birbirimize akşam seyrettiğimiz Karagöz ile Hacivat oynunu anlatıyor, kendimizce yorumlar yapıp, anlamaya çalışıyorduk. Uzaktan Zeynel göründü. Nereden çıktı bilmiyoruz, Lacivert ünüforması, omuzunda, yakasında apoletler, pırıl, pırıl parlayan düğmeler, altın renginde çizgilerle süslenmiş mahallemizin Pamuk Amcası da belirdi. Zeynel'i durdurup, bir şeyler anlattı. Sonra bizi yanına çağırdı. Çekinerek de olsa gittik...
Selvi Caddesi'nin kenarında üzeri soyulmuş, kalın bir ağaç gövdesi bulunuyordu. Sanki yoldan geçenlerin soluklanması için konmuş gibi. O ağaç gövdesi bir gecede kaybolunca, mahallenin kadınları üzülmüşlerdi, 'şurada oturup, sohbet ediyorduk' diye. Sonradan yerine başka bir ağaç gövdesi kondu ama ötekinin yerini tutmadı. Her neyse... Ağaç gövdesinin üzerine Zeynel ile Pamuk Amca oturdu, bizler karşısına geçtik. Zeynel'in giyim tarzı Karagöz ile Hacivat'ın giysisine çok benziyordu. Hatta kara sakalı bile... Aslında Zeynel'i bu kadar yakından ilk kez görüyorduk. Dokunuyorduk...
Pamuk Amcamız, 'akşam seyrettiğiniz oyundaki Hacivat'ın yakın arkadaşı Karagöz bu' diyerek, Zeyneli gösterdiğinde hepimizin gözü faldaşı gibi açıldı. Sonra bize nasihat etti. Bir daha Zeynel'i kızdırmamamız halinde Hacivat ile birlikte bir akşam gelip, bize yeni oyunlar sergileyeceğini söyledi. İnandık. İnancımızı da hiç yitirmedik. Daha önce kızdırmaya çalıştığımız Zeynel, her ne kadar konuşmasa da bizimle birlikte gülüyor, akşam dönüşünde boyalı şeker gitirip, dağıtıyordu...