Bir ülkenin öncelikli gündem maddesini oluşturan konuya  baktığınızda, gelişmişlik düzeyini anlayabilirsiniz. 
Demokrasilerini ileri düzeye taşımış, halkının  refahını sağlamış devletlerde ana gündem maddesi, “ekonomi” olmaktan çıkmıştır. Bu ülkelerde, sistem sorunu yaşanmadığından, sistemin temelini oluşturan “hukuk” hep ön planda durmaktadır. Hatta tüm sorunlarını aşmış olan İsveç, Norveç, Finlandiya gibi İskandinav ülkelerinde,  hukukun dahi önüne geçen gündem maddeleri vardır. Örneğin, sanat, müzik yada spor gibi. 
Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde ve az gelişmiş  ülkelerde ise gündem, ekonomi ağırlıklıdır. “Hukuk” ihmal edilebilir, ertelenebilir bir değer olarak görülür. Önce midesini ve geleceğini düşünen halk,  sadece gününü kurtarmayı düşünür hale gelir. 
Dünyanın en güçlü ekonomilerinden biriyiz, büyük devletiz, dünya lideriyiz gibi  gururumuzu okşayan sözlerin gerçekliğini test etmek istiyorsak gündem maddelerimize bakmamız yeterli olur. 
Seçime az bir süre kala, siyasi parti liderlerinin halktan oy almak için kullandığı argümanların çoğunda ekonomik vaat var. Adalet vaat eden lider yok. Hatta adında adalet olan partinin dahi seçim meydanlarında halkın adalet ihtiyacına yönelik bir söylemi bulunmuyor. 
Gazete manşetlerine baktığımızda, döviz hareketleri, işçi grevleri, emekli maaşları, satılan şirketler gibi ekonomik haberler ön planda bulunuyor. 
Kahvehane, ev, sokak sohbetlerinin ana konusu ise geçim. 
Hukuku,  ekonominin önüne alamadığımız her yerimizden belli. 
Böyle bir yapıda “büyük devlet” “dünya lideri” sözlerimizin kendimizi tatminden öteye gitmediğini itiraf etmek zorundayız. 
Haliyle böyle bir devlette, hukuktan bahsetmek te hükümetin ekonomik liderine düşer. Ne gariptir ki adalet bakanının yapması gereken tespiti kendi bakanı değil de hukuk disiplininden gelmeyen bir bakan yapmıştır. 
Başbakan yardımcısı Ali Babacan’ın  geçenlerde yaptığı ve içeriği tamamen doğru olan tespitlerini  yabana atmamak gerekir. 
Diyorki bakan ; Biz ekonomi alanında ne yaparsak yapalım, Türkiye için güzel şeyler yaptığımızı iddia edersek edelim, eğer Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olmasıyla ilgili ciddi soru işaretleri oluştuysa, bu başlı başına bir problem. Bu ekonomimiz açısından da problem, demokrasimizin işleyişi açısından da problem. Eğer bir ülkede ’Demokrasi var, ancak hukuk konusunda sorunlar var’ diyorsanız, işte o ülkede demokrasinin sıhhatli işlemesi bir süre sonra mümkün olmaz. Ekonomi üzerindeki etkilerini zaten iş dünyamız, günlük işlerde gayet güzel bunu hissediyor. Eğer davalar çok uzun sürüyorsa, bilirkişilik müessesesi ile ilgili ciddi sıkıntılar oluştuysa, kararlar tutarlı değilse, alt mahkeme ile üst mahkeme birbirinden tamamen farklı sonuçlara varabiliyorsa, bu iş dünyası açısından ve tabii ki ekonomi açısından son derece sıkıntılı bir tablo oluşturur. Yargı alanında ne kadar başarılı olursak demokrasimiz o kadar güçlenecek. Yargı alanında ne kadar başarılı olursak ekonomimiz de o kadar başarılı olacak. Eğer bu zayıf tablo devam ederse de, hem demokraside hem de ekonomide görmüş olduğumuz bu tabloyu bile mumla arar duruma geliriz. 
Ekonomi liderinin  hukuki tespitlerde bulunması ve gerçeklerle yüzleşme cesareti göstermesi, seçim sonrası Türkiye için bir işarettir. 
Hukukun önden gitmediği, yol açmadığı, toplumsal adaleti kuramadığı bir yapının devamı imkansızdır. 
Ya bu yapıyı mevcut partiler kurar ve iktidar olan parti,  bağımsız ve tarafsız bir yargı oluşturmak için yaraya neşter atar…
Ya da bu neşteri atacak yeni bir umut doğar.