GÜNEŞİN öğle sıcağı, doğanın üzerine yün yorganı kapatmış gibi  bulutların arasından süzülerek geliyor ve insanların nefes almalarını güçleştiriyordu.
Köylerden insanlar at arabalarına binerek, atların boynunda takılı olan zillerin de çıkardığı melodiler eşliğinde birbirleriyle  yarış  edercesine  koşuşturuyorlardı.  Katır  gibi eşeklerine binenler ve bazı insanlar  da yaya olarak  nefesleri  kesen  kapalı  o  havaya ve yakıcı sıcağa aldırmadan  Yudan Köyü’nün harman yerinde yapılacak Karga Köyü- Yudan arasındaki    futbol maçına koşuyorlardı.
***
Yudan'dan eser o sıcak rüzgar.   
Bostanlık kokusu köyüme dolar.   
Cana can katar bahçeler bağlar.   
Mevsimler güzeldi benim  köyümde. 
***
Yudan Köyü’nde Hacı Ali Osman’ın  oğlu Bekir de Yudan Futbol Takımında yer  alıyor, köylü bu maç için Bekir’den çok şeyler… bekliyordu.
Bekir, maçın oynanacağı sabah erkenden Sorgun Pazarı’na alışveriş için at arabasıyla gitti ve “işimi   erken bitirip  maça  yetişirim”  diyordu.
Kapalı ve sıkıcı hava sıcaklığıyla birlikte hafif çiseleyen  yağmur taneleri ile ıslanan yollar ve tarlalar toprak kokuyor, “Kainatın Sahibi” esansının… kokusuylahatırlanıyordu.
 Bekir, bir taraftan da köye dönüşünü ve maçı düşünerek elindeki kamçıyla atlara vuruyor ve atları çatlatırcasına dört  nala koşturuyor. Bu arada beklediği yağmur, hızını çoğaltarak artırıyordu.
Pazardan alışverişini tamamlayarak aynı hızla köye dönüş için yolda süzülerek. Şahmuratlı Köyü’nü yağmurla yarış edercesine geçerken, babası Hacı Ali Osman’ı gördü. Babası, yağan yağmurda ıslanmış, eliyle işaret ederek; 
-Dur beni de al, diyordu .
At arabasıyla dört nala giden oğul Bekir, babasıyla yaptıkları bir münakaşa… sebebiyle kırgındı. Yol kenarında ıslanarak bekleyen babasını görmüyormuşçasına atları kamçılayarak ve karmaşık… duygularla Yudan Köyü’ne geldi.  
Maça yetiştiği için mutluydu ama… babasına yaptığı o yanlışını da anlamıştı.   Geri dönüp babasına yardıma gitmeyi  düşündü, olmadı. Diğer bir taraftan da arkadaşları;
-Hadi maç başlayacak... diye sıkıştırıyorlardı.
 Bekir, hemen  kararını vermeliydi. Elini  başına koydu, bir o yana, bir bu yana   oflayıp-puflayarak gezindi. Bir diğer taraftan da yağmurun öfkesi dinmiş ve sakinleşmişti:
 -Allah ikimizi de affetsin, diyerek sırtındaki ıslanmış ceketini çıkartıp, pantolonunun paçalarını da çorabın içine koyarak, maç yapacakları sahanın içinde bulunan arkadaşlarının yanına vararak yerini aldı.
Etraf köylerden de gelen kalabalık insan yığınlarının bol tezahüratları eşliğinde   gergin  ve heyecan dolu geçen bu maçta Bekir’in de iki golüyle Yudan Köyü, Karga köyünü üç- bir yenerek mağlup ettiler.
Bekir, arkadaşları ile galibiyetin sevincini yaşarken bir taraftan da gözleriyle  babasını arıyordu. Deli Mehmet’in oğlu  Bekir’in yanına yavaşça süzülerek;
-Hacı Ali Osman Emmi’m seni köyün  içindeki odaya çağırıyor, hemen gidecekmişsin, dedi. Kıvrak bir şekilde gözden  kayboldu.
Kulağındaki uğultular Bekir’in beynini kilitlemişti, zor da olsa sadece nefes alabiliyordu. Kilitlenmiş beyninde bir boşluk  bularak Eme’sinin bir öğüdünü hatırladı.
Eme’si:
-Bekir’im, kuzum...  Başın sıkışıp zor durumda kalırsan Allah’ı an ve Peygamber Efendimiz (sav)’e bolca Salavat hediye eyle, derdi.
Rabbine gönülden gülümsedi. Salavatlarını da gökyüzüne kanatlandırıp uçurarak, babasının daveti için köyün içindeki  odaya geldi. Eliyle kapıyı hafifçe tıklattı. Bekir’in geldiğini camdan gören babası:
-İçeri gel... diyerek davudi sesiyle çağırdı.
Bekir çok korkuyordu, tedirgindi çünkü  babasına karşı yapacağı her hareket ve tavrıyla birlikte söylediklerinin de yarın ahiret hayatında ve ilahi mahkemede… lehine ve aleyhine delil olacağını biliyordu. 
Bu duygularla içeriye bir keklik gibi  süzüldü. Kemiksiz bir ete bürünmüş bir şekilde  ellerini önünde kilitleyerek, döşüne yemek dökmüş bir çocuk gibi duruyordu. 
Babası Hacı Ali Osman’ağa… unvanı olan ağa’lığına yakışır bir şekilde ellerini ardına koymuş, ayakta oğlunun önünden bir o yana bir bu yana oflayıp-puflayarak cezaevlerinde olta atan mahkumları andırır bir şekilde geziniyor ve oğlunun eğik başından dolayı göremediği o gözlerine  bakmaya çalışarak söze girişiyordu:
-Beni iyi dinle oğlum... Senin yaşlarında iken nasıl bir tesadüf bilemiyorum ama ben de babamı senin yaptığın gibi,   aynı yerde ve yağmurlu bir günde yolda bırakmıştım. Evlat, ben hatamı…yıllar sonra  yani bugün anladım. Umarım sen benim kadar gecikmezsin, dedi ve  gergin  olan  o  ortama  noktayı  koydu.
Bekir, eğik başını yavaşça kaldırıp gözlerinden süzülen pişmanlık yaşlarını eliyle sildi ve babasının ellerine sarılarak öptü. Boğazına düğümlenen o hıçkırıklarının  da odanın içine yayılmasına engel olamadı.
Babası:
-Yeter ağlama, beni de ağlatacaksın, dedi.   
Duygu yüklü ortamın havasını değiştirmek için ekledi:
-Top gavur icadıdır, başımıza daş yağacah diyodum ama...Sen de iki “gol” mu  neymiş atmışsın...diyerek oğlunu ve kendini rahatlatmaya çalışıyordu.
Selam ve dua’larımla.