18 yıl önce devlet geleneği kadar kadim olan orduya sızan askeri cuntanın ülke yönetimine müdahale ettiğini hatırlatan Aydoğan Bilir, “askeri cunta; Şubat 1997’de, beğenmediği siyasal politikaları bahane ederek ülke yönetimimize müdahale etmişti. Kurdukları baskı ile tüm meclisin üzerinde tesir etmiş, dönemin sabık cumhurbaşkanının da teveccühüyle hükümetin zafiyetinin faturasını millete kesmişti. “Namlusunu millete çevirmiş tanklara selam durmam” diyen küçük bir azınlığın dışında özellikle siyasi iradenin manipüle edildiği o günlerde kesintisiz eğitim zorlamaları, okullarda başörtülü avı, bürokraside fişlemeler, irticayı destekleme yaftası vurulan firmalara ambargolar,  dini gruplara tehdit ve baskılar… Kısacası siyasi iradenin, seçilmiş meclisin vesayet altına alındığı talihsiz bir dönem yaşanmış ama asıl darbeyi millet yemişti.  Daha sonra tüm bu irtica söylemlerinin, rejim tehlikesini önleme çalışmalarının bir perde olduğu ortaya çıkmıştı. 
Aslında yapılmak istenenin birtakım yolsuzlukların üstünün örtülmesi, bürokraside meydana gelebilecek istenmeyen el değiştirmelerin önüne geçilmesi, ABD ve İsrail dışında pazarlarla temasa geçilmesinin önlenmesi gibi amaçlar için milli varlığımıza, demokrasimize yapıldığı anlaşılmıştı” dedi. Türkiye’nin bugünde kritik bir dönem içerisinde bulunduğunu ve konsolosluklarının basılarak, türbelerinin kaçırıldığına dikkat çeken Aydoğan Bilir, dış politikanın gölgesinde yolsuzluklarla, pahalı saatlerle ve ayakkabı kutularında saklanan paralarla anılan hükümetin bizzat bölücülerle açılım süreci yürüttüğünü iddia etti. Aydoğan Bilir, açıklamasının devamında şu şekilde konuştu. “İktidarların en ufak zafiyetlerini fırsata dönüştürecek olan bu vesayet cuntalarının eline birçok koz verilmiş oldu. Bunun da ötesinde dün “cuntacılıktan” , “darbecilikten” yargılanan askeri ve sivil odakların tamamının başka bir yapay düşmanla mücadele uğruna serbest bırakılarak kimi platformlarda bu darbecilerle birlikte hareket edildiğine üzülerek şahit olmaktayız. Vicdanları yaralama pahasına asker ve polisimizi hedef alan terörist faaliyetlerin, Yazıcıoğlu Suikastı gibi siyasi cinayetlerin üzerine gidilememektedir. Umulur ki bu göstergelerin sonunda fatura yine millete kesilmesin.
İki gün önce 24.yılını dolduran Hocalı Mezaliminin acısı da yüreğimizde tazedir. Silahsız, savunmasız yüzlerce Müslüman Türk köylüsünün dile getirilemeyecek katliamlara maruz bırakılmışlığının acısı… Sözde soykırımın yüzüncü yılı için dışarıda ve içerde kan davası güden odaklar inşallah amaçlarına ulaşamayacaklar. Bizler Hocalı’yı unutmadık, Asala’yı unutmadık, cenazeleri Hınçak mitingine dönüştüren iç odakların varlığını da unutmadık. Sonsözümüz; milli, sivil, katılımcı bir dinamiğin temsilcisi, milletin içinden gelen bir ses olarak; dün  “namlusunu milletine çevirmiş tanklara” selam durmadığımız askeri cuntalar gibi bugün de milletimize yapılan dayatmalara, oldubittilere askeri olsun sivil olsun selam durmayacağımızdır. Bizim şiarımız; insanı yaşat ki devlet yaşasın, olmuştur. Asıl olanın millet olduğunu 28 Şubatlarda gerekli yerlerin yüzlerine söyledik. Müslümanlığımızı kapitalizme teslim etmeyeceğimizi, siyasi çıkarlar uğruna temel dinamiklerimizi, milli hassasiyetlerimizi terk etmeyeceğimizi, Şanlı Peygamberin (sav) rehberliğinde aşırılıklara ve azaltmalara sapmadan halis niyetlerle yolumuza devam edeceğimizi siz değerli hemşerilerim nezdinde saygı ve muhabbet ile beyan ederim”.

Editör: TE Bilişim