Eğitimci-Yazar Yusuf Karakaya, üzerinde bir kitap çalışması da yaptığını ve çalışmanın bir yıl sonra basıma hazır hale gelebileceği müjdesini verdi. 
Türk kültüründe misafirperverliğin önemli bir yer tuttuğunu belirten Karakaya; “Bunun da kaynağı Peygamberimizin sünnetidir. Misafirliğin önemi Kur’an ve Sünnet’te de ısrarla belirtilmiştir. Köy odalarımız ve burada ortaya çıkan kültür, sahili olmayan Türk kültür ummanının bir parçasıdır” dedi. 
Köy odalarının sadaka-i cariye yani öldükten sonra sevabı devam eden bir hayır olarak algılanmış ve köylerde hali vakti yerinde olanların bu düşünce ile mutlaka yaptırdığı önemli bir kültürel yapı olduğuna dikkat çeken Karakaya, şunları söyledi: 
“Bu gün bile varlığını sürdürmeye çalışan odalarımız artık can çekişmeye başlamıştır. Odalarımız aynı zamanda misafirlerin konakladığı yer olmayıp kültürümüzün yoğrulduğu, sorunların tartışıldığı bir yer olması bakımından da önemlidir.
Odalar han ve kervansarayların küçültülmüş halleridir. XIII yüzyılda Anadolu Selçukluları zamanından beri devam etmektedir. Sadece misafirlerin kalması için yapılmamış aynı zamanda yanında veya alt katıda gelen misafirin binek hayvanının beslenmesi ve barınması için mutlaka müştemilatı olan yapılardır. Eskiden yolculuk araba, at, eşekle yapıldığı için yolculuk uzun sürüyor ve mutlaka konaklamak gerekiyordu. Hatta bazı köylerde oda sahipleri gelen misafiri odasında ağırlamak için önce davet etme yarışına girerlerdi. Çünkü bililerdi ki yolcu ağırlamak önemli bir hayırdır.
Köye gelen misafir, garip, yolcu, çerçi, satıcı, tüccar, çoban gibi insanlar hiç çekinmeden “Allah rızası” için yiyip içerler, misafir edilirler, bütün ihtiyaçları köylü ya da oda sahibi tarafından karşılanırdı. Hatta kış günlerinde ve işi olduğu zaman çevre köylerden de gezmeye gelirler, bu odalarda kalırlardı. Türk misafirperverliğinin birer simgesi idi. Odanın ışıkları geceleri daima yanardı ki köye bir misafir geldiğinde odayı rahatlıkla bulabilsin. Odalar köylüler ve halk arasında sosyal dayanışma ve yardımlaşma sağlardı. Düğünlerde düğün evi görevi de görürlerdi.
Odalarımızın asıl işlevi  ise kültürümüzün devam ettirildiği, örf adet ve geleneklerin aktarıldığı yerlerdi. O zamanlarda köylerde televizyon, kahvehane yoktu. Uzun kış gecelerinde odalarda toplanılır uzun ve doyumsuz sohbetler edilir, oyunlar oynanarak kaynaşma sağlanırdı. Cenk kitapları, siyerler vb. okunurdu. Buralar birer halk mektebi, irfan mektebi gibiydi. Dolayısıyla köylü okuma yazma bilmez, cahildir gibi yaklaşımlar kesinlikle doğru değildir. Odalarda oturma düzeni de öyle gelişi güzel değildi. Misafir yaşına bakılmaksızın başköşeye oturtulur, ondan sonra yaşlılar oturur, çocuklar ise en aşağıda edeplice otururlardı. Odalarda hizmeti de çocuklar ve delikanlılar yaparlardı.
Odalar, sahibinin maddi durumuna göre süslü ya da sade olabilmektedir. Günümüzde süslü odaların tipik örneğini Lök köyünde görmek mümkündür. Bu odanın ahşaptan çakma bir tavanı vardır ve yaşayan bir kültür hazinesidir. Fakat sahip çıkılmadığı için yok olmak üzeredir. Buradan yetkililerimizi bu kültür hazinelerimize sahip çıkmaya davet ediyorum.”
Eğitimci-yazar Karakaya, sohbetin ikinci kısmında köy odalarında yapılan şakalardan örnekler vererek sohbetini sonlandırdı.

Editör: TE Bilişim