Atatürk'ün 29 Ağustosta 1924'te Afyon'dan başlattığı sonbahar yurt gezisi, Marmara'dan Karadeniz bölgesine, buradan da Doğu Anadolu'ya uzanmıştı. Atatürk; Kayseri, Yozgat, Kırşehir'den sonra Ankara'ya dönüyordu. 15 Ekim 1924 yağmurlu bir gündü. Atatürk o gün Kayseri'den Yozgat'a geçecekti. Yozgat Valisi Aziz Bey konukları almak üzere Kayseri'ye gelmişti. Yağmur dinse mesele yoktu hemen hareket edebilirlerdi fakat yıllardır böyle bir yağmur görülmemişti. Yağmur bardaktan boşalırcasına yağıyordu. Yozgat'a otomobillerle gidileceği için yollardan endişe edenler vardı. Aziz Bey: "Yozgat halkı büyük kurtarıcıyı bu gün bu gece aralarında görmezse gözüne uyku girmez. Hareket edelim." dedi. Öğleden sonra hareket ettiler Yol boyunca köylüler kurbanlarla bekliyorlardı. Toplulukları gördükçe arabasından inerek hatırlarını soruyor, dertlerini dinliyorlardı. Boğazlıyan'da kısa bir moladan ve hükümet binası balkonundan halkı selamladıktan sonra yollarına devam edip, gece geç vakitte Yozgat'a girdiler. Karşılama töreni yapılmaması istenildiği halde o gece yediden yetmişe çevre köylerden gelenlerle Yozgat ayaktaydı. Hem de yağmur altında.. Gündüz beklemişler, akşamdan sonra geleceğini öğrenince dağılmamışlardı. Herkesin elinde bir fener vardı. Meydana koca bir ateş yakmışlardı. Birkaç yüz atlı şehrin dışında Atatürk'ü karşılayacak, Hükümet Konağı önüne gelecekti, öyle oldu. Bir ışık seli Yozgat'a aktı...
    Atatürk, eşi Latife Hanım ve arkadaşları geceyi Miralay Şerifbey Konağı'nda geçirdiler. Ertesi gün 16 Ekim 1924 sabahı Atatürk doğruca beraberlerinde Yozgat milletvekilleri olduğu halde, halkın alkışları ve "Çok yaşa büyük gazimiz!" dilekleriyle yürüyerek hükümet konağına geldiler. Memur ve öğretmenleri kabul ederek, her birinden görevleri ve faaliyetleri hakkında bilgi ve izahat aldılar. Öğretmenlerle çeşitli ders programları hakkında görüş alışverişinde bulundular. İzahata göre, Yozgat'ın 400 km.'ye varan yolları baştanbaşa tamire muhtaç bir haldedir. Yeniden 100 km. yol yapılması gereklidir.
    İl dâhilinde sükûn ve asayiş yerindedir. Vakıflara ait emlakın yenilenmesi ve onarımına teşebbüs edilmiştir. Göçmenlerin durumu nispeten iyidir. Koskoca Yozgat Hastanesinde doktor olarak 1 operatör var. İlçelerin hiçbirinde doktor yoktu. Atatürk, yanındaki milletvekillerine dönerek: "İstanbul ve İzmir gibi büyük şehirlerdeki doktorları bütün milletin hayatı ve sağlığı ile ilgilendirmek çarelerini bulmalıyız. Bu böyle olmaz." dedi.
    İlin idaresinde gösterdiği başarıdanve izahattan dolayı Vali Aziz Beye teşekkür ettiler. Hükümet konağından ayrılışlarında öğrenciler tarafından milli şiirler okunmuş ve buketler verilmişti. Belediyeye gelişlerinde halk veesnaf dernekleri tarafından samimi tezahürat yapılmış ve 100 kadar kurban kesilmiştir. Belediyede parti, şehrin ileri gelenleri, esnaf ve tüccar temsilcileriyle 1 saatten fazla sohbette bulundular. Dile getirilenler memleket ihtiyacıydı. Herkes memleketin gelişmesi için trenin Yozgat'tan geçirilmesini, tüccarlar İş Bankası'nın bir şubesinin açılmasını istiyorlardı. Atatürk; sakıncası yoksa arzularının yerine getirileceğini ve olmadığı takdirde bir şube hattıyla bağlantı sağlanacağını vaat ettiler. Bu sırada Yozgatlı kadınlar Latife Hanımla sıkı bir dostluk kurmuşlardı. Aralarında bir toplantı yaparak Latife Hanımı davet ettiler. Sonra da Latife Hanım'a: "Gazi Paşa bizim babamızdır. Kaçgöç tanımayız. Bizi O'na götür, ziyaret edeceğiz, elini öpeceğiz." dediler. Kadınların içtenlikle söyledikleri bu dileklerini Latife Hanım yerine getirdi. Halk gündüz davul ve zurna çalgılarıyla, gece de fener alayı düzenleyerek eğlenmişlerdi. Eğlenceleri izleyen Atatürk, 17 Ekim 1924 sabahı saat 8'de Yozgat'tan ayrılarak Kırşehir'e hareket etmişlerdir.
ATATÜRK YOZGATA İLK İKİNCİ OLARAK 3 ŞUBAT 1934 TARİHİNDE GELMİŞ
    İtalya diktatörü Mussolini'nin havaya kalkan elini azametli bir tehditle doğuya doğru uzatıp; "Bizim deniz" diye haykırdığı Antalya hülyasını aklından geçirdiğinde Atatürk, Anadolu'nun bağrından cevap vermek Üzere 01 Şubat 1934 günü gece yarısı yola çıkarlar. O sene kış o kadar şiddetlidir ki, yollardan otomobillerin değil kurtların bile geçmesi mümkün değildir. Daha Ankara'dan ayrılışlarından 50 km. sonra tipi başlamış, Beynam köyünden itibaren yollarına kar altında devam etmek zorunda kalmışlardı.
    Yolda döküle döküle, hatta Atatürk'ün arabası bile birkaç kere batağa saplanmak suretiyle ve bizzat kendisinin de itmeğe mecbur kalması şartıyla ilerliyorlar. İşte 16 saat süren bu yorucu ve zor seyahatte, Yozgatlılar Çiçekdağ hududundaki Keklikali belinin karını nefesleriyle temizlemiş, derin bir sevinç içinde Ata'larını bekliyorlar. Resmi bir merasim yapılmayacağı tebliğ edilmesine rağmen halk hazırlanıyor, çok dar olan bir zaman içinde ne yapılması mümkünse başarmaya çalışıyorlardı.
    Saatler geçtikçe şehirdeki halkın heyecanı genişliyordu. Nihayet 3 Şubat 1934 günü saat 5'te Yerköy'den hareket ettikleri müjdesi alınıyor. Milli kıyafet giyinmiş bir atlı grubu, Yerköy'de davul ve zurnalarla Atatürk'ü karşılamış, tezahürat içinde Yozgat'a hareket etmişti. Yol boyunca cirit oyunlarıyla Atatürk'e refakat etmekteydiler. Kar atların diz kapaklarını aşıyor ama kimse aldırış etmiyordu. Bu milli heyecana kapılan Ata'nın otomobilinden başını çıkararak kendilerini karşılayan Yozgatlılara şu övünç sözlerini söylemişlerdir:
    Saat 16.20'de şehre giren eşsiz konuk coşkun bir alkış tufanı, "yaşa, varol" sesleri içerisinde Yozgat Lisesine, halk evine, belediye ve kumandanlık dairesine gidip ordu mensuplarına iltifatta bulunuyorlar.Hükümet konağında soba başında yorgunluk kahvesini içen Atatürk, belediyede yapılan toplantıda şehrin imarı konusundaki çalışmaları inceledi. Udi'nin başkanlığı altında bir imar ve kalkınma komisyonu kurulmasını, hazırlayacakları raporun kendisine gönderilmesi emrini verdi. Yozgat Lisesinde derslere girdi. Öğretmen ve öğrencilere tarih konusunda sorular sordu. Cepheden tanıdığı Fizik Öğretmeni Vehbi Ulusoy'un dersinden memnun kalarak bir arzusu olup olmadığını sorduklarında Vehbi Bey'in milletvekilliği istemesi üzerine de "Sizin muallim ve mürebbiliğnıiz değil milletvekilliği, cumhurbaşkanlığına da değiştirilemez. Çünkü siz nur dağıtıyorsunuz. Şayet maddi bit sıkıntınız varsa telafi olunur." özlü sözleriyle öğretmenlere verdikleri önemi vurgular.
    Liseden ayrılışlarında bir öğrencinin aniden ortaya çıkıp fotoğraf çekmesi üzerine Atatürk'ün "Neden izinsiz çektin?" sorusu karşısında öğrencinin de "Paşam, bu fırsat bir daha ne zaman elime geçecekti ki. Onu seremoniye feda edeyim." cevabı karşısında da memnun oldular. Vali Baran Beyin kızları Ayhan Baran, Atatürk'ün vali konağına gelişleriyle ilgili anılarında, "İşte o an Atatürk ağır ağır ve büyük bir vekar içerisinde konağın daracık merdivenlerinden çıkıyorlardı. Mini mini elim onun dünyalara hükmeden avuçları içinde bir kuş gibi çırpınmıştı. Küçük yaşıma rağmen, Gazi'nin altun renkli saçlarının asıl alnında uçuşunu, çelik mavisi keskin bakışlarını, gribl renkte kalın kış paltosunu, elindeki ayni renkte kalın kenarlı kasketini ve lacivert, bej gri karışımı jakarlı süveterini, aynı renkte golf takımını hiç unutmamak üzere seçebilmiştim. Gazi Hazretleri gelişleriyle evimizde bir bahar havası estirmiş, kara kışın kapkaranlık bir gecesi de, güneşten daha parlak bir ışık kaynağı gibi aydınlatmıştı içimizi. Artık, saatler rüzgâr hızı ile geçiyor, neşe ve sevinç dolduruyordu her yeri. Bir ara Gazi'nin babama isim vereceği ve bizim de odada hazır bulunmamız gerektiği haberi verilmişti. Biz 4 kardeş Gazi'nin odasına girdiğimiz zaman, Gazi'yi ayakta konuşma yaparken gördük. Beybabam ayakta heyecandan sapsarı, titriyordu. O sırada Atatürk tarafından bey babama verilen bir mektupla adı Bekir Sami iken, "BARAN" özadı olarak değiştirilmişti. Aradan yine dakikalar geçiyordu. O gece çok neşeli olan Gazi, anneme ilk defa samimi bir aile sofrasında bulunduğunu söylemiş, annem tarafından yapılan çerkez tavuğu O'nun en çok sevdiği yemekler arasındaymış. Atatürk, beni kendisine çekip 2 elimden sımsıkı tutarak, ince ve tatlı bir sesle bana 'Beni sever misin?' diye sordu. Kahverengi bakışlarım O'nun keskin, gözler kamaştıran mavi bakışları altında, "bütün sevgilerim sizin içindir" cevabını verirken başımı öne eğmiştim. Başımı kaldırdığım zaman Atatürk'ün yanaklarından sızan gözyaşlarının birer pırlanta gibi parıldadığını gördüm. Dünyanın en büyük insanı ağlıyor ve ben bir Türk çocuğu dünyanın en büyük heyecanı ile sarsılıyordum. Annemle bey babamın arasında oturan Atatürk, titreyen elleri ile ellerimi Afet Hanımefendiye uzattı. O gece ablamın adı Afife iken Bilge, Müfid'in adı Mete olarak değiştirilmişti."
    Vali konağında karşılayıcılar arasında bulunan öğretmen Süleyman Dereli'nin hafız olduğunu öğrenen Atatürk, Kur'anı Kerim'den bir sure okumasını ve tefsir etmesini ister. Hafız tefsir edemeyince de, Atatürk tefsiri hatasız olarak yapar. Okunan şiirini beğendiği şair Hüzni'yle de görüşmek isterse de, şair şehir dışında olduğundan görüşme imkânı olmaz. O gece öğretmen Muhsin Gökay'ın başkanlığında verilen konser de Ata'nın çok hoşuna gitmişti. Bu hava içinde geçen sohbette, her şahsın kendi branşında konuşması Atatürk tarafından istenilince, Ruşen Eşref Bey edebiyat tarihinden, Fuzuli, Nedim ve divan edebiyatından konuştular. Yerine göre seçme şiirler okudular.
Editör: TE Bilişim